Sayfalar

25 Nisan 2014 Cuma

KENDİMİZİ NE KADAR TANIYORUZ

Düşünceden, duyguya ve oradan da davranışa giden yolda, her sergilediğimiz davranış bir ihtiyacı gidermeye yöneliktir. Burada ihtiyaç diye söylenen şey ise göz önünde olan ya da açıkça bilinen fizyolojik ihtiyaçlar gibi ihtiyaçlardan daha çok, içerde gizli olan ve yıllarca kendimizin bile farkında olmadığımız ihtiyaçlarımızdır.

İnsanın ihtiyaçlarının farkında olmaması ne anlama geliyor? Önce pencereyi farkında olmadığımız ihtiyaçlarımızın çok önemli kısmını çocukluktan getirdiğimizi söyleyerek açmak istiyorum. Bebeklerin 6 aydan itibaren kendilerine sürekli bakan kişiler -anne, bakıcı ya da sürekli yanında bulunan her kim ise- ile ilgili birtakım kayıtlar almaya başladıkları artık biliniyor. Yani bebek kendisi ile ne kadar özenle ilgilenildiğini ya da ilgilenilmediğini, kendisi ile ilgilenen kişinin genel ruh hali gibi konularda birtakım bilgileri depoluyor. Daha bilinçli hale geldiği 2 yaşından itibaren ise çevreden gelen verileri  kayıt etmeye devam ederken bir taraftan da  bulunduğu çevreye göre bazı davranışlar geliştirmeye başlıyor. Çevresinde bulunan kişilerin, örneğin, kırılmasından endişe duyarak özenle yaklaştığı bazı objelere çocukta özenle yaklaşmaya başlıyor. Çevreyi taklit ediyor. İlk 7 yıl çocuk bilinçli davranışlar sergilemeyi öğrendiği ama en çok da izlediği, gözlemlediği , dünyanın ona karşı tavrını ölçtüğü bir süreci yaşıyor. Dünyanın ona karşı tavrını ise anne-babanın kendisiyle olan ilişkisi ile ölçüyor. Çünkü çocuk için anne-baba dünyanın tamamını temsil ederken, bu ikisinin yaptığı her şeyi de çocuk doğru ve dünyanın kalanı tarafından da yapılan davranışlar olarak kaydediyor.
Okulla birlikte çocuk aile dışındaki dünya ile tanışıyor, bu yeni dünyada ilişkiler geliştirip sorumluluk alırken aile ile ilişki de çok yoğun olarak devam ediyor. Ergenlik döneminde ise kendine çok güvenen ve herşeyi bildiğine emin olan genç tüm öğrendiklerini uygulamaya başlamak ve hayatla tek başına yüzleşmek  için büyük bir istek duyuyor. Şüphesiz her şeyi henüz öğrenmediği için de çevresi ile çatıştığı, insanların kendisini anlamadığını düşündüğü, mutlu ya da mutsuz olduğu ama işlerin bir şekilde iyi gitmediğini arada da olsa farkettiği bir süreci yaşıyor. Ama dönüp bakıldığında ergenlik aynı zamanda  öğrenmenin oldukça yoğun olarak yaşandığı bir süreci temsil ediyor. Ardından gelen yetişkinlik, iş hayatı, evlilik kendi ebeveyn deneyimi ve sonrası...
Kısaca insan döngüsüne baktıktan sonra, özellikle en çok gözlem ve öğrenmenin olduğu sürecin çocukluk olduğuna özellikle dikkatinizi çekmek istiyorum. Özellikle 40 lı yaşlara kadar birey bu süreçte öğrendiği temel ya da ara inançlara göre davranışlar sergiliyor. 40 lı yaşlardan sonra ise tekrar hayatın ve doğruların sorgulandığı, gelişim için çaba ve istek duyulan bir sürece geçildiğini düşünüyorum..
Şimdi farkında olmadığımız ihtiyaçlarımız konusuna tekrar dönecek olursak;
-Başarılı olursam değerliyimdir
-Susarsam insanlar beni sever
-Duygularımı göstermezsem zarar görmem
-Yaşamak için mücadele etmeliyim....
yukarıdaki örnekleri çoğaltmak mümkün. Ne demek bunlar diye merak ettiniz değil mi, işte bunlar bizim hayatımızda sergilediğimiz davranışlara sebep olan  inançlardan bazıları ve biz bu inançlarımızın farkında bile değiliz. Örnek mi istiyorsunuz, buyrun;
Çevrenizde başarıya endeksli insanlar görürsünüz. Sakın bundan başarılı olmak istemenin kötü bir şey olduğu sonucunu çıkarmayın. Ben burada tüm dünyayı savaşılması gereken ve mutlaka başarıyla çıkılması gereken bir savaş arenası gibi gören insanları kastediyorum. Bu kişiler işlerinde mutlak başarı isterler en ufak bir başarısızlık bile tüm dengelerini alt üst eder. Eğer yönetici pozisyonunda iseler ki çoğunlukla bu pozisyona gelmemeleri söz konusu bile olamaz, astlarından da benzer başarıyı bekler, nasıl başarısız olabildiklerine ya da neyi anlamadıklarına bir türlü anlam veremezler ve oldukça zorlayıcı, hatta kırıcı ve talepkar olurlar. Evlilik hayatları da onlar için mutlak başarılı olunması gereken bir yerdir. Bu uğurda eşlerine ve çocuklarına da benzer baskıları gösterebilir ve onların bakış açısını çoğu kez göz ardı edebilirler, çünkü onlar bu işi ölçüp biçmiş ve evlilikteki başarının formülünü de ortaya koymuşlardır. İşler onların formule ettiği şekilde giderse zaten sorun yoktur, aksi durumda ise öfkeli ve saldırgan olabilirler. Çocukları da onlar için başarıyla yapılması gereken bir projedir. Çocuklar da mutlaka başarılı olmalı, onların sevdiği şeyleri sevmelidir. Aksi takdirde baskıcı sonunda da sevgisiz olabilirler.
Bu bireye çocukken ne öğretilmiş olabilir.
Başarılı olursam değerliyimdir ya da başarısız olursam eleştirilirim veya başarılı insanlar sevilir. Hangisi olursa olsun birey tamamen tüm davranışlarını, hiç bu inançlarının farkında bile olmadan ama bu inançlarında yerleşmiş ihtiyacını karşılamak üzere yapar.
Yukarıdaki sadece bir örnek, örnekler o kadar çok ki, işyerinizde son derece yetenekli olduğunu bildiğiniz ama son derece sessiz çoğu kez geri planda kalan çalışanlar bu şekilde davranarak hangi ihtiyaçlarını gideriyorlar. Sesimi çıkarırsam eleştirilirim veya çok göze batmamak en iyisidir ya da çok görüş belirten kişiler sevilmez... hangisi bilmiyoruz.
Tüm insanlar eşit doğar, genlerimiz ile bazı şeyleri bu dünyaya getirdiğimiz artık bilimce kabul ediliyor. Ben genlerimizde bize zararlı olan bir şeyi getirmediğimize, yaratanın mutlaka işimize yarayacak şeyleri heybemize koyduğuna inanıyorum. Bu kadar eşit doğduysak, o halde düşüncelerimize bir bakalım, hangi düşüncelerimiz işimize yarıyor hangileri ile yollarımızı ayırıp yerine yenilerini koymalıyız. Ben bir koç olduğum için bunun koçluk alarak mümkün olabileceğini biliyorum. En temel olan ise kişinin kendine değer vermesi, neyi neden yaptığını dürüstçe kendisine yalan söylemeden söyleyebilmesi, sonrasında da işine yaramayan tüm düşünceleri hayatından söküp atmak için kendi üzerinde çalışması. Sevgili dostlar biz sevgi ile eşit yaratılmış sonsuz yetenekleri olan yaratanın lütfuna nail olabilen canlılarız. Lütfen içinize bakın, orada ne olduğu ile korkmadan yüzleşin ve kendinizi çok sevin....