Sayfalar

5 Şubat 2015 Perşembe

ÇOCUKLARIMIZ İÇİN ÇALIŞTIĞIMIZ YALANI…

Sıklıkla, “çocukları için çalıştığını” söyleyen insanlarla karşılaşırız. Sanırsın bu insanların çocukları olmasaydı, başarma, yönetme, ilişki içinde olma gibi güdüleri bir yana, beslenme, barınma, giyinme gibi temel ihtiyaçları da hiç olmayacaktı. Eğer bu söylem doğruysa, çocuk sahibi olmayan hatta fizyolojik olarak artık çocuk sahibi olma ihtimali bulunmayan insanların çalışma hayatında bulunmalarını nasıl açıklayacağız?

Böyle söyleyen insanların ortak özelliği, maddi ya da manevi anlamda kendilerini tatmin etmeyen bir işi yapıyor olmalarına rağmen, bu konuda bir değişiklik yapma cesaretini asla gösteremiyor olmalarıdır. Bu söylemin arkasında, kendi güdülerine mazeret üretme, hayatının sorumluluğunu başkasına yükleme, kurban olma, kadercilik anlayışları yatmaktadır.


Başarı güdüsü çok yüksek bir anne/ babayı düşünün, çalışma hayatında hep lider olmak, dikkat çekmek, daima en iyi olmak için gecesini gündüzüne katıp çalışıyor. Çok yoruluyor, kendine vakit ayıramıyor, sosyal hayatı çok sınırlı, tüm enerjisini bu güdüsünün tatmini için kullanıyor. Bir gün çocuğu karşısına dikiliyor ve ondan kendisine daha fazla vakit ayırmasını talep ediyor. Çocuğu doğru söylüyor söylemesine de, ne cevap verecek, “sebep benim bir türlü tatmin edemediğim güdüm” diyecek hali yok. Belki kendisi dahi böyle olduğunun farkında değil, üzerinde hiç düşünmemiş ki. Kaldı ki insan bir şeyler ters gittiğinde kalkıp sorumluluğu üzerine almaz ki! “Senin için çalışıyorum çocuğum”, diyecek ve kendisine sıkıntı veren ne varsa hepsinin sorumluluğunu çocuğunun kucağına bırakıp, kaldığı yerden hayatına devam edecek. Kim ne diyebilir ki, kimsenin itiraz edemeyeceği bir mazereti var.

Değişiklik yapma ya da risk alma konusunda oldukça çekingen davranan bir anne/babayı düşünün, belki biraz silkelense farklı bir çalışma hayatı olabilecek, ancak, asla farklı bir şeyler deneme cesaretini gösteremiyor. Mutsuz, işinden nefret ediyor, kendini sıkışmış gibi hissediyor, çok daha iyi bir hayatı hak ettiğine inanıyor, her gün ayakları geri geri işine gidiyor ve bu ruh hali evine de yansıyor. Çocuğuna istediği gibi ilgi gösteremiyor, az gülüyor, oldukça gergin, bir gün çocuğu karşısına dikiliyor ve “neden” böyle olduğunu soruyor ve kendisi ile daha fazla kaliteli zaman geçirmeyi talep ediyor. Ne cevap verecek, “çocuğum benim hayallerim vardı, ancak onları gerçekleştirmek için bazı riskler almalıyım ve ben risk almaktan ölesiye korkuyorum” diyecek hali yok. “Senin için çalışıyorum” diyecek ve bir ömrün sorumluluğunu çocuğunun kucağına bırakacak. Çocuğun, kucağındaki bu ağırlıkla, onun mutsuz ifadesini her gördüğünde ne yapacağını ise hiç düşünmeyecek, öyle ya oldukça geçerli bir mazereti var.

Kimse sadece çocuğu için çalışmaz, bu kocaman bir yalandır. Hatırlasanıza anneler ne diyor, “çocuk da yaparım, kariyer de”, söyler misiniz, hangi anne çocuğu için kariyer yapar? Peki ya çocuk, annesinin kariyerinin elini tutup parka mı gidecek, sinemaya mı ya da oturup annesinin kariyeri ile arkadaşlarını mı çekiştirecek? İster başbakan olun, ister işçi, çocuk için sadece “onun” annesisiniz, hepsi bu… Kariyeri kendi güdüleriniz için yapıyorsunuz.

Peki ya babalar, sizce, toplum içindeki statünüzün çocuğunuz için bir önemi var mı? Kesinlikle hayır! Hatta çocuklarınızın imkanı olsa, gece yarılarına kadar devam eden toplantıları, hafta sonu çıkılan iş seyahatlerini, fazla mesaileri falan hepten ortadan kaldırırlar. İster CEO olup, ister madenci, çocuğunuz için sadece onun “”babasısınız” hepsi bu...

Kabul etmek gerekir ki, sayıları az da olsa kimi çocuk anne/babasının toplumdaki yeri ile ilgilenir, onlarla gurur duyar, maalesef bazen de utanç duyar. Bunun da sebebi aynıdır. Benzer gerekçelerle kopuk iletişimde, çocuk babası ile değil ama babasının imkanları ile gurur duyar ya da babasından değil ama babasının yaptığı işten utanç duyabilir. Mutsuz bir temizlik işçisinin çocuğu babasının işinden utanç duyarken, yaptığı işi seven, hayata mutluluk ile bakan, çocuğu ile kaliteli vakit geçiren bir temizlik işçisinin çocuğu, babasının yaptığı işi aklına bile getirmez.

Eğer kazancınızı çocuklarınız ile paylaşmaktan bahsediyorsanız, ona da bir itirazım var. Bir çocuğun dünyaya gelmesine bile isteye vesile oluruz, yani yayında ve yapımda birinci dereceden sorumluyuz, tabi ki hayatımızı ve kazancımızı onlarla paylaşacağız. En önemlisi ise çocuklarımızdan öğrendiklerimizin, hiçbir maddi karşılık ile ödenmesinin mümkün olmadığıdır. Biz onlardan, karşılıksız sevgiyi, sonsuz sabrı, affetmeyi, özverili olmayı, her koşulda şefkat göstermeyi öğreniriz. Daha doğduklarında, küçücük parmakları ile kocaman parmağımızı sıkıca kavrayarak, bize, onlar için ne kadar önemli olduğumuzu söylerler, bize duydukları ihtiyaç ile, hayatımız boyunca hiçbir koşulda hissedemeyeceğimiz eşsiz olduğumuz duygusunu bize yaşatırlar.

Bunu fark eden anne/babalar, bu muhteşem öğretmenlere minnet duyarlar ve onlarla geçirdikleri her anı bilgeliklerini beslemek için kullanırlar, asla vermekten bahsetmezler çünkü aldıkları eşsizdir.

Fark edemeyen anne/babalar ise, baştan “kendisi için çalıştıklarını” söyleyerek önemli bir sorumluluk yükledikleri çocukları ile ilişkilerini “verme” seviyesine yerleştirerek, onlardan alacakları eşsiz öğretiyi maalesef kaçırırlar.    

Sevgiyle Kalın
Nilgün Turan