
Böyle söyleyen
insanların ortak özelliği, maddi ya da manevi anlamda kendilerini tatmin
etmeyen bir işi yapıyor olmalarına rağmen, bu konuda bir değişiklik yapma cesaretini
asla gösteremiyor olmalarıdır. Bu söylemin arkasında, kendi güdülerine mazeret
üretme, hayatının sorumluluğunu başkasına yükleme, kurban olma, kadercilik
anlayışları yatmaktadır.
Başarı güdüsü çok
yüksek bir anne/ babayı düşünün, çalışma hayatında hep lider olmak, dikkat
çekmek, daima en iyi olmak için gecesini gündüzüne katıp çalışıyor. Çok
yoruluyor, kendine vakit ayıramıyor, sosyal hayatı çok sınırlı, tüm enerjisini
bu güdüsünün tatmini için kullanıyor. Bir gün çocuğu karşısına dikiliyor ve
ondan kendisine daha fazla vakit ayırmasını talep ediyor. Çocuğu doğru söylüyor
söylemesine de, ne cevap verecek, “sebep benim bir türlü tatmin edemediğim
güdüm” diyecek hali yok. Belki kendisi dahi böyle olduğunun farkında değil,
üzerinde hiç düşünmemiş ki. Kaldı ki insan bir şeyler ters gittiğinde kalkıp
sorumluluğu üzerine almaz ki! “Senin için çalışıyorum çocuğum”, diyecek ve
kendisine sıkıntı veren ne varsa hepsinin sorumluluğunu çocuğunun kucağına
bırakıp, kaldığı yerden hayatına devam edecek. Kim ne diyebilir ki, kimsenin
itiraz edemeyeceği bir mazereti var.
Değişiklik yapma
ya da risk alma konusunda oldukça çekingen davranan bir anne/babayı düşünün,
belki biraz silkelense farklı bir çalışma hayatı olabilecek, ancak, asla farklı
bir şeyler deneme cesaretini gösteremiyor. Mutsuz, işinden nefret ediyor,
kendini sıkışmış gibi hissediyor, çok daha iyi bir hayatı hak ettiğine
inanıyor, her gün ayakları geri geri işine gidiyor ve bu ruh hali evine de
yansıyor. Çocuğuna istediği gibi ilgi gösteremiyor, az gülüyor, oldukça gergin,
bir gün çocuğu karşısına dikiliyor ve “neden” böyle olduğunu soruyor ve kendisi
ile daha fazla kaliteli zaman geçirmeyi talep ediyor. Ne cevap verecek,
“çocuğum benim hayallerim vardı, ancak onları gerçekleştirmek için bazı riskler
almalıyım ve ben risk almaktan ölesiye korkuyorum” diyecek hali yok. “Senin
için çalışıyorum” diyecek ve bir ömrün sorumluluğunu çocuğunun kucağına
bırakacak. Çocuğun, kucağındaki bu ağırlıkla, onun mutsuz ifadesini her
gördüğünde ne yapacağını ise hiç düşünmeyecek, öyle ya oldukça geçerli bir
mazereti var.
Kimse sadece
çocuğu için çalışmaz, bu kocaman bir yalandır. Hatırlasanıza anneler ne diyor,
“çocuk da yaparım, kariyer de”, söyler misiniz, hangi anne çocuğu için kariyer
yapar? Peki ya çocuk, annesinin kariyerinin elini tutup parka mı gidecek,
sinemaya mı ya da oturup annesinin kariyeri ile arkadaşlarını mı çekiştirecek? İster
başbakan olun, ister işçi, çocuk için sadece “onun” annesisiniz, hepsi bu…
Kariyeri kendi güdüleriniz için yapıyorsunuz.
Peki ya babalar, sizce,
toplum içindeki statünüzün çocuğunuz için bir önemi var mı? Kesinlikle hayır! Hatta
çocuklarınızın imkanı olsa, gece yarılarına kadar devam eden toplantıları,
hafta sonu çıkılan iş seyahatlerini, fazla mesaileri falan hepten ortadan
kaldırırlar. İster CEO olup, ister madenci, çocuğunuz için sadece onun
“”babasısınız” hepsi bu...
Kabul etmek
gerekir ki, sayıları az da olsa kimi çocuk anne/babasının toplumdaki yeri ile
ilgilenir, onlarla gurur duyar, maalesef bazen de utanç duyar. Bunun da sebebi
aynıdır. Benzer gerekçelerle kopuk iletişimde, çocuk babası ile değil ama
babasının imkanları ile gurur duyar ya da babasından değil ama babasının
yaptığı işten utanç duyabilir. Mutsuz bir temizlik işçisinin çocuğu babasının
işinden utanç duyarken, yaptığı işi seven, hayata mutluluk ile bakan, çocuğu
ile kaliteli vakit geçiren bir temizlik işçisinin çocuğu, babasının yaptığı işi
aklına bile getirmez.
Eğer kazancınızı
çocuklarınız ile paylaşmaktan bahsediyorsanız, ona da bir itirazım var. Bir
çocuğun dünyaya gelmesine bile isteye vesile oluruz, yani yayında ve yapımda
birinci dereceden sorumluyuz, tabi ki hayatımızı ve kazancımızı onlarla
paylaşacağız. En önemlisi ise çocuklarımızdan öğrendiklerimizin, hiçbir maddi
karşılık ile ödenmesinin mümkün olmadığıdır. Biz onlardan, karşılıksız sevgiyi,
sonsuz sabrı, affetmeyi, özverili olmayı, her koşulda şefkat göstermeyi
öğreniriz. Daha doğduklarında, küçücük parmakları ile kocaman parmağımızı sıkıca
kavrayarak, bize, onlar için ne kadar önemli olduğumuzu söylerler, bize
duydukları ihtiyaç ile, hayatımız boyunca hiçbir koşulda hissedemeyeceğimiz
eşsiz olduğumuz duygusunu bize yaşatırlar.
Bunu fark eden
anne/babalar, bu muhteşem öğretmenlere minnet duyarlar ve onlarla geçirdikleri
her anı bilgeliklerini beslemek için kullanırlar, asla vermekten bahsetmezler
çünkü aldıkları eşsizdir.
Fark edemeyen
anne/babalar ise, baştan “kendisi için çalıştıklarını” söyleyerek önemli bir
sorumluluk yükledikleri çocukları ile ilişkilerini “verme” seviyesine
yerleştirerek, onlardan alacakları eşsiz öğretiyi maalesef kaçırırlar.
Sevgiyle Kalın
Nilgün Turan