Gerek semavi
dinler ve gerekse birçok kadim öğreti öte alemden (ahiret) bahseder. Her öğreti
farklı cümlelerle anlatsa da, hepsinin anlattığı özetle, “bu dünyanın gelip
geçici olduğu, burada yaptıklarımızla değerlendirileceğimiz, yapıp
ettiklerimizin hesabını vereceğimiz ya da mükafatını alacağımız bir öte alemin
bulunduğu ve burada yaşamın sonsuz olduğu” şeklindedir.
Bu ortak bilgi
nedeniyle de insanlık alemi tarihi boyunca öte alemin nasıl bir yer olduğunu
anlamaya çalışmış, bilinmeyeni bilinir kılmak için uğraşıp durmuştur. Ruh
çağırma seansları, astral seyahat denemeleri, hipnoterapi deneyimleri ile
ahiretin kapısını aralamaya gayret etmiş, bu konudaki merakı daima canlı
kalmıştır. İnsanoğlunun böylesi meraklı olmasında, delil bulmaya çalışmasında,
kendi aklına en uygun olana ulaşma çabasında yanlış birşey olmadığını
düşünüyorum. Hatta gelişebilmek, ruhsal tekamüle ulaşabilmek, dayatılanı,
anlatılanı kabul etmek yerine, benliğini ortaya koyabilmek adına sorgulamasının
gerekli olduğuna inanıyorum.
Kutsal kitabımız Kuran’ı Kerim’de bulunan 6236 ayetin 116 tanesinde ahiretten bahsediliyor. Ayrıca ahirete inanmak imanın şartlarından birisi, yani islamı kabul etmiş birisinin ahiretin varlığı ile ilgili bir şüphesinin olmaması isteniyor.
Kutsal kitabımız Kuran’ı Kerim’de bulunan 6236 ayetin 116 tanesinde ahiretten bahsediliyor. Ayrıca ahirete inanmak imanın şartlarından birisi, yani islamı kabul etmiş birisinin ahiretin varlığı ile ilgili bir şüphesinin olmaması isteniyor.
Durum böyleyken, karşımızda apaçık kitabın apaçık ayetleri duruyorken ve gelip geçici bir dünyada sonsuz kalacağımız ahiret hayatına hazırlanmak için bulunuyorken şu soruları sormak zorundayız;
- Bilmediğimiz bir zamanda öleceğimiz kesinken, hiç ölüm yanımıza uğramayacakmış gibi güç adına savaşmak, zulüm yapmak, kan dökmek niye?
- Hepimizin eşit olacağı ahirete gideceğimiz kesinken, “ben üstünüm, ben ne dersem o” dayatması niye?
- Buradan oraya bir iğne bile götürülemeyeceği kesinken, dünyanın tüm malına, mülküne sahip olma hırsı niye?
Bu sorulara verilebilecek mantıklı, herkesce kabul edilebilecek cevaplar
var mı bilemiyorum. Ama kesin olan şu ki, bu soruları sormazsak, ne bu dünyada
bulunma sebebimizi, ne de ahirette bizi neyin bekliyor olabileceğine dair bir
akıl yürütmeyi yapmamız mümkün olmayacaktır. Ve ancak bu soruları sorarsak
cevabın Kuran’ı Kerim’de olduğunu görebiliriz.
Yunus Suresi 44. Ayet
“Allah, kuşkusuz hiçbir
şekilde zulmetmez, ama insanlar kendi kendilerine zulmetmektedirler.” (Prof.Dr.Salih Akdemir meali) demektedir.
Ayet bu kadar açıkken ve biz şüphe duymadan tüm ayetlere iman ediyorken
yine sormak zorundayız;
- Neden dünyada 1 milyardan fazla insan kronik olarak açken, yani akşamları yatağına aç yatıyorken, 2 milyardan fazla insan tüketebileceğinin çok üstünde kaynağa sahip?
- Neden hergün özellikle müslüman ülkelerde onlarca çocuk savaş, açlık, bakımsızlık sebepleriyle ölüyor?
- Neden insanlar zaten hakları olan kaynaklara ulaşmada büyük güçlükler yaşıyor, adeta köleleştiriliyor?
- Neden dünyada bu kadar acı, gözyaşı ve zulüm var?
Siz cevapları düşünürken ben tekrar sormak istiyorum;
- Neyin günah olduğunu kaynağından öğrenmek yerine, kendilerine söyleneni kabul eden, hem bu dünyadaki hem de ahiretteki hayatlarını birilerinin eline teslim eden, okumayan, araştırmayan, düşünmeyen, sadece biat eden insanların yanlış giden şeylerde sorumluluğu yoktur diyebilir miyiz?
Sorunun cevabı için yine Kuran’
Kerim’e bakalım.
Rad Suresi 11. Ayet;
“Allah kuşkusuz, bir halkın
içinde bulunduğu durumu, o halkın bireyleri kendilerini değiştrmedikçe asla
değiştirmez.” (Prof. Dr.
Salih Akdemir meali)
Cevap bu kadar açıkken artık lafı eğip bükmeye, başkaca cevaplar bulmaya
çalışmaya gerek var mı?