SEMERKANT
Amin Maalouf' un Semerkant kitabını yeni bitirdim. Ilk andan itibaren insanı saran bir hikaye. Hani çocuklar çok sevdiği bir yiyeceği çabucak bitmesin diye küçük parçalarla kemirirler ya, işte ben de kitabı sindirerek, bitmesinden korkarak okudum. Kitapla tanışmam, genç bir arkadaşımın " Ömer Hayyam" hakkında ne düşünüyorsun diye sormasıyla oldu. Soru karşısında kem küm ettim, yalnız kalınca da hemen araştırmaya başladım ve Semerkant kitabını buldum. Sonra utandım, çok eski bir kitap ve ben güya iyi bir okuyucuyum.
Kitapta 1000 yıl arayla İran a bakıyorsunuz. Iktidar savaşlarının ve benim dediğim olsun, benim ideolojim en doğrusudur diyen insanların binlerce yıldır hiç değişmeden günümüze geldiğini görüyorsunuz. Nerede gelişme o halde diyor, sorguluyorsunuz. İktidarın hep el değiştirdiğini ve halkların bu mücadelelerde mutlaka " bişeyçi" olmak zorunda kaldıklarını ve hep ağır bedeller ödediklerini, ama buna bir son verme kararlılığını da hiç gösteremediklerini bir kez daha teyit ediyorsunuz.
Alamut Kalesi şeyhi Hassan Sabah ile uzun bir yolculuğa çıkıyorsunuz ve insan hayatındaki kırılma noktalarının, hayat oyununun finalini nasıl da değiştirdiğini görüyorsunuz.
Veeeee Ömer Hayyam.... Bazılarına göre bir dinsiz bazılarına göre hakikate ermiş bir filozof. Onun düşmanını bile koruyan, çoook derin bakan, hayatı keyif aldığı şekliyle yaşayan bilgeliği sizi uzun uzun düşündürüyor. Ölümünden 1000 yıl sonra keşfedilmesi, amerika da ona duyulan sevgiyle bir dönem çocuklara "Omar" isminin verilmesi, kendi el yazısıyla yazdığı, başka bir nüshası bulunmayan " el yazmasının" 1000 yıl çeşitli ellerde konaklamasının ardından Titanic le birlikte sulara gömülmesi.... Kazada hayatını kaybeden 1500 insana üzüldüğünüz gibi bu eşsiz kitabın yitip gitmesine yanıyorsunuz. Hayyam' ın ne hissederek neler yazdığını, bu yazmanın okuyan kaç kişinin hayatını değiştirdiğini merak ediyor ve 1000 yıllık maceranın okyanusun soğuk sularında son bulmasına kahroluyorsunuz.