Sayfalar

12 Ocak 2015 Pazartesi

GELECEĞİ MERAK ETMEYİ BIRAKIN, ÖNEMLİ OLAN…(1)

İnsanlık tarihini bilecek kadar yaşlı olmamakla birlikte, okuyabildiğim yazılı kaynaklara bakılırsa, insanlar yerleşik düzene geçtiklerinden beri hep geleceklerini merak edip durmuşlar. Önceleri kabileler varmış, kabilelerde de büyücüler, örneğin büyücüler hem yaşadıkları topluluğun hem de topluluktaki kişilerin geleceklerini söyler, herkes de onlara oldukça itibar edermiş. Sonra, insanlar gökyüzünde ne olup bittiğini merak eder olmuş, derken ilk rasathaneyi kurmuş olan Ömer Hayyam’ın ilk yıldız haritalarını çıkartmasıyla, insanların gelecekleri ile doğdukları andaki gökyüzünün yakından ilişkisi olduğuna karar verilmiş, astroloji ortaya çıkmış. Günümüzde gelinen noktada, medyumluk, durugörürlük, telekinezi falan derken gelişen teknoloji ile birlikte çeşitli ablalara kahve fincanının fotoğrafını gönderip, akıllı telefonlarımıza kahve falımızın gelmesine kadar evrilmiş, çok çeşitli gelecek okuma teknikleri gelişmiş durumda.


Bütün bu teknikler içinde isabetli olan biri var mıdır, geleceği birinin bilebilmesi mümkün müdür bilemiyorum, hatta bu konudaki fikrimi de inançları sarsmamak adına kendime saklıyorum, ancak bence asıl önemli olan kişinin geçmişini görebilmesidir.

İtirazları duyar gibiyim, sanırım bu söylediğimi anlamsız bulan çok sayıda kişi olacaktır. Ancak ben tüm itirazlara rağmen gerçekten de ne söylediğimin farkındayım. Her bir bireyin geçmişini en ince ayrıntısına kadar bildiğini elbette biliyorum, hatta tam da bunu söylüyorum, bu bildiğimiz şeyi görebilmek ve geçmişimizin farkına varmak, tüm duyguları, tüm düşünceleri, tüm hayalleriyle farkına varmak ve böylece geleceği şekillendirmek için muhteşem bir birikime sahip olmak, sonrasında da heybemiz dolu işe koyulmak.

Geride kalan her an geçmiştir, örneğin ben üstteki paragrafı geçmişte yazdım. Şu an okuduğunuz cümleyi yazmak için birkaç saniye düşündüm ve böylece bir önceki cümle de geçmiş zamanda yazılmış bir cümle oldu. Gördünüz mü, hayat böyle akıp gidiyor, bildiğimizi düşündüğümüz, ama farkına varamadığımız bir geçmişimiz var. Sanırım okuduğunuzda anlam veremediğiniz cümle ile neyi kastetmiş olduğumu şimdi anladınız. Artık ilerleyebiliriz.

Birçok kadim öğretide “an”da olmak gereğinden bahsedilir. Eğer kişi “an”da olursa, gerçek haz ve mutluluğa erişebilir. Oysa “an”da olabildiğimiz zamanlar öylesine az ki. Daima geçmişte olanlar ve olası gelecek fikirleri ile inşa etmeye çalıştığımız bir ilişkiler yumağı içindeyiz. Zihnimizin içinde düşünceler uçuşup duruyor. Elbette geçmişte yaşadığımız deneyimlerden bir şeyler öğrendik ve bu öğrendiklerimizi kullanmak hayatımızı kolaylaştırıyor, ancak benim üzerinde durmak istediğim konu geçmiş bazı deneyimlerimizin değiştirilemez yargılar olarak hayatımıza ket vurması ve ilerlememize engel olması.

Geçmişten getirdiklerimizin, farkına bile varmadığımız şekilde bir gün kaderimiz olması birkaç aşama ile gerçekleşiyor. Bakınız “kaderimiz” dedim, bu kelimede bir kabulleniş, bir geleceği değiştirememe, bir çaresizlik hissettiniz mi? İnsanlar başlarına bir felaket geldiğinde, işler istedikleri gitmediğinde falan “kader” deme eğilimindedir, böyle demek olan biteni kabullenmeyi kolaylaştırır, ancak işler çok yolundaysa, hayat her gün yeni bir mucize ile başlıyorsa, dilekler gerçekleşiyorsa kimse sorulduğunda “kader” demez, gözleri parlayarak nasıl başardığını anlatır, bazen de  “lütuf” der ve geçer.

Peki ne olacak da “kader” söyleminden “lütuf” söylemine geçeceğiz.  
Birkaç yazımda bu konudaki düşüncelerimi paylaşmaya çalışacağım. Bu yazının devamı olan yazılar aynı başlıkla ve numaralanmış olarak blogda yer alacak. Bu yazı “1” numaralı yazı.
Sevgiyle Kalın
Nilgün Turan