
Çocukları oyun oynarken izlemek bize bu konuda bir fikir verebilir. Eğer böyle bir fırsatınız olduysa, ortak oynanan bir oyunda, bazı çocukların ilk oynayan olmak için can attıklarına, bazılarının ise son oynayan olabilmek için gönüllü olduklarına tanık olmuşsunuzdur. İşte burada, son oynayan olmak için gönüllü olan çocuklar “hazzı erteleyen”, bir başka deyişle oyundan alacağı hazzı geciktiren çocuklardır. Çocukları bir şeyler yerken izlemek de, yine bize bu konuda bir fikir verebilir. Kremalı bir kekin önce kremasını yiyen çocukla, kremayı yemeyi sona bırakan çocuk arasındaki temel fark, bir tanesinin yiyecekten alacağı hazzı ertelemesidir.
Hazzı ertelemek
diye adlandırdığımız bu durum, keyifsiz kısmı yapıp hallettikten sonra, hazzın
tadını çıkartmayı sağlayan bir sıralama ve planlama sürecinden başka bir şey
değildir. Çocukken kazanılan bu alışkanlık, tüm yaşam boyu başarıyı getiren en
kıymetli formüldür. Çocuğun bu alışkanlığı kazanmasında, diğer alışkanlıklarda olduğu
gibi anne-babanın etkisi büyüktür. Bu davranış bazen son derece bilinçli, bazen
de ebeveynlerin karakterleri, yaşanılan çevre, imkanlar ya da imkansızlıklar
gibi çok çeşitli sebebe bağlı olarak henüz yedi yaşına gelmeden çocukta
yerleşir. Gerçek şu ki; çocuklukta yerleşen diğer tüm davranışlar gibi bunun da
ilerleyen yaşlarda değiştirilmesi oldukça güç ve çoğu kez profesyonel yardım
alınmasını gerekli kılan bir sürece ihtiyaç duyar.
Hazzın
ertelenmesi ile başarı arasındaki ilk ilişki okul yıllarında ortaya çıkar. Önce
yaşamın zorluklarını göğüsleme, sonra hazzın tadını çıkartma alışkanlığından
yoksun, bu konuda bir planlama yapma yeteneğine sahip olmayan çocuğun notları,
zeki olmasına karşın, çalışmadığından düşüktür. Okulda düşünmeden kafasına göre
hareket eder, bir süre sonra da sorunlu çocuk olarak etiketlenir. Maalesef
böyle çocukların sosyal yaşamlarında da problemler ortaya çıkar, kavgaya
karışır, birtakım kötü alışkanlıklar edinirler. Çünkü yaşama; “önce eğlen,
sonra düşünürsün” bakış açısı ile yaklaşırlar.
İlerleyen
yaşlarda, iş güç sahibi olduklarında da, önce kolay olan, zahmetsiz işleri
yapıp, sıkıcı, keyifsiz işleri hep sona bırakma davranışı sergilediklerinden,
gün bittiğinde tüm işlerin dağ gibi yığılı olduğunu görürler. Bu duruma sebep
olarak çoğu kez zaman planlaması yapılamaması gösterilir, oysa gerçek sebep
çocuklukta öğrenilememiş, “hazzı erteleme” meselesidir. Bu nedenle çok iş
değiştirirler, bu durum maddi imkanlarını ve yaşam standartlarını da olumsuz etkiler.
Çok azı, kendisi ile ilgili bir sorun olabileceğini düşünerek bu gidişatı değiştirmek
için bir adım atar, çok önemli kısmı ise olan bitenden daima başkalarını
sorumlu tutar.
Sonuç olarak
hazzı erteleme alışkanlığını edinememiş bireyler, parlak olmayan bir öğrenim
hayatının ardından, başarılı olunamayan bir çalışma hayatı ve yaşamın
zorlukları ile baş başa kalırlar. Oysa tatlıdan önce yemek yenildiğini,
sınavlardan A almanın planlı bir çalışmaya bağlı olduğunu, terfi edebilmek için
en keyifsiz işlerin bile yapılması gerektiğini en baştan bilerek yaşama
başlasalardı çok daha farklı bir hayata sahip olabilirlerdi.
Peki büyüdük de
her şey bitti mi, çocukken öğrenemedik ama şimdi öğrenmenin bir yolu yok mu?
Her zaman bir yol vardır, yeter ki kendimizle barışık olalım, değişim alanımızı
tespit edelim ve sonunda ulaşacağımız büyük ödülü düşünerek hayatın üstüne
üstüne gidelim, yani bu kez “hazzı erteleyelim”.
Sonuç harika olacaktır.
Sevgiyle Kalın
Nilgün TURAN