Bugün size, Paulo
Coelho'nun "Akra’da Bulunan El Yazmaları" kitabından bahsetmek istiyorum.
Hani bazı kitaplar vardır, her okuduğunuzda sanki ilk kez okuyormuşsunuz gibi
sizi şaşırtır, o kitaplardan öğrendiklerinizin asla bir sonu olmaz ya, işte, "Akra’da Bulunan El Yazmaları" kitabı da onlardan birisi benim için... Kitapta 1099
Temmuz’unda, Kudüs’ün Frenk askerleri tarafından işgal edilmek üzere kuşatıldığı
günün akşamı, tüm dinlere mensup insanların bir meydanda toplanarak Kıpti’ye
sorular sorması ve sorulara Onun tarafından bilgece cevaplar verilmesi
anlatılmaktadır.
Aşağıda kitaptan bir alıntı bulunmaktadır:
“Derken ertesi
gün ölümüne dövüşmeye hazırlanan ve buna rağmen Kıpti’nin söylediklerini
dinlemek için şehir meydanına gelen savaşçılardan biri şöyle dedi;
-Birlikte olmayı
arzularken ayrı düştük. İşgalcilerin yolu üstündeki şehirler, kendi
seçmedikleri bir durumun sonuçlarına katlanmak zorunda kaldılar. Hayatta
kalanlar çocuklarına ne öğüt vermeli?
Kıpti ise şöyle
karşılık verdi;
“Dünyaya yalnız
geldik ve yalnız öleceğiz. Ama bu gezegende bulunduğumuz sürece, başkalarına
olan inancımızı kabullenmeli ve yüceltmeliyiz. Toplum, yaşamın ta kendisidir;
hayatta kalmayı toplum sayesinde başarırız. İnsanlar mağaralarda yaşarken de
böyleydi, bugün de böyle. Birlikte büyüyüp yetiştiğin insanlara saygı göster.
Sana rehberlik edenlere saygı göster. Zamanı gelince sen de yaşadıklarını
başkalarına aktararak onlara rehberlik et; böylece toplum, hayatta kalmaya
devam eder ve gelenekler nesilden nesle geçer.
Mutluluklarını ve
zor anlarını başkalarıyla paylaşmayanlarsa kendi karakterlerindeki olumlu
yönleri ve zaafları asla keşfedemez.
Yine de toplumun
etrafında kol gezen bir tehlikeye dikkat etmek gerekir; insanlar doğaları
gereği toplumda kabul gören davranışlara yönelir. Kendi kendilerini sınırlar,
önyargılarla ve korkularla dolup taşarlar. Bu oldukça yüksek bir bedeldir;
çünkü toplum tarafından kabul edilmek için herkesin gönlünü hoş tutmak gerekir.
Dolayısıyla toplumu hedefleyen bir sevgi gösterisi değildir bu. İnsanın
kendisine duyduğu sevginin zayıflığını gösterir, o kadar.
İnsan kendini
sevip saydıkça başkaları tarafından da sevilip sayılır. Asla herkesin birden
gönlünü hoş tutmaya çalışma, yoksa herkesin saygısını kaybedersin.
Dostlarını sadece
tanıdığın ve neyle uğraştığını bildiğin kişiler arasından seç. Düşünceleri,
seninkilerle aynı olan kişileri seç, demiyorum. Düşünceleri seninkilerden
farklı, haklı olduğun konusunda asla ikna edemeyeceğin kişileri seç, diyorum.
Ne de olsa
dostluk, Sevgi’nin nice çehresinden biridir ve Sevgi, fikir birliğinde olmayı
gerektirmez; dost görülen kişiyi kayıtsız şartsız kabul etmemizi sağlar ve her
birey, kendine has bir şekilde gelişip olgunlaşır.
Dostluk başka bir
kişiye karşı inanç duymak anlamına gelir, feragat etmek değil. Sevilmek için
herhangi bir bedel ödemekten kaçın, çünkü Sevgi’nin bedeli olmaz.
Gerçek dostların,
dikkatleri üstlerine çeken ve herkesin, “Dünya tatlısıdır, çok da cömerttir,
Kudüs’te ondan iyisi bulunmaz’ dedikleri insanlar değildir.
Gerçek dostlar,
nasıl davranmaları gerektiğine karar vermek için olayların sonlanmasını
beklemez, çok daha riskli olmasına rağmen kararlarını henüz olaylar meydana
gelmekteyken verirler. Şartlar gerektirdiği takdirde, özgürce yön
değiştirebilirler. Yeniliklerden çekinmezler ve yaşadıkları maceraları
anlatarak şehirlerini ve köylerini manevi olarak zenginleştirirler.
Yanlışlıkla
tehlikeli bir yola sapsalar bile asla dönüp, “sakın benim yaptığımı yapma”
demezler. Yalnızca “ben yanlışlıkla tehlikeli bir yola saptım” derler. Çünkü
nasıl sen, onların özgürlüğüne saygı duyuyorsan onlar da seninkine saygı duyar.
Sadece kötü
günlerinde yanında belirip seni teselli eden kişilerden ne pahasına olursa
olsun kaçın, çünkü bu kişiler aslında kendi kendilerine; “Ben daha güçlüyüm.
Ben daha akıllıyım. Ben olsam böyle yapmazdım.” deyip durmaktadır.
Mutlu günlerinde
yanında olan kişilerle dostluk kur. Ruhlarında kıskançlığa ve hasede yer
olmayan bu kişiler, senin mutlu olduğunu görmekten mutluluk duyarlar.
Kendilerini
senden daha güçlü gören insanlardan kaçın, çünkü böyle yapmalarının asıl amacı,
kendi zayıflıklarını gizlemektir.
İncinmekten
çekinmeyenlerle dostluk kur, çünkü onlar kendilerine güvenen insanlardır,
herkesin her an tökezleyebileceğini bilir ve bunu bir zayıflık olarak değil,
insanlığın bir alameti olarak görürler.
Harekete geçmeden
önce çok fazla konuşanlardan, yaptıklarıyla saygı uyandıracaklarından emin
olmadıkça tek bir adım bile atmayanlardan kaçın.
“Ben olsaydım
başka türlü yapardım,” diyerek hatalarını yüzüne vuran kişilerden uzak dur;
çünkü olaylar kendi başlarına gelmediğine göre seni yargılamaya hakları da
yoktur.
Sosyal
ilişkilerini sağlamlaştırmak veya normalde yanaşamayacakları kapılar açmak
amacıyla dostluk kuran insanlardan kaçın.
Açmak istedikleri
tek kapı, yüreğinin kapısı olan insanlarla dostluk kur. Onlar senin rızan
olmadıkça asla ruhunu işgal etmeye yeltenmeyecek, açtığın kapıdan içeri asla
zehirli oklar atmayacaklardır.
Kafa kafaya verip
toplumun alması gereken kararları kibirle ve ağırbaşlılıkla tartışanlardan
kaçın. Onlar siyasetten anlıyor ve bilgilerini başkalarının önünde sergileyerek
öne çıkmak istiyor olabilir. Halbuki tek bir saç telinin düşüşüne bile
hükmetmenin imkansız olduğunu anlamazlar. Disiplin önemli olsa da insan,
sezgilerine kulak vermeye ve beklenmeyen durumlara açık olmalıdır.
Şarkılar
söyleyen, öyküler anlatan, yaşamın tadını çıkaran ve gözleri mutlulukla
parıldayan insanlarla dostluk kur; çünkü mutluluk bulaşıcıdır ve mantığın,
hatayı açıklamaktan öteye gidemediği durumlarda daima bir çözüm ortaya koymayı
başarır.
Sevgi’nin
ışığının, önyargılardan ve çıkarlardan arınmış bir şekilde, anlaşılamama korkusuyla
felç olmaksızın, özgürce parıldamasını sağlayanlarla dostluk kur.
Sevgiyle Kalın
Nilgün Turan