Sayfalar

4 Mart 2015 Çarşamba

ONİKİ KIZGIN ADAM

Bugün, 1957 ABD yapımı Oniki Kızgın Adam filmini izledim. Filmde bir cinayet olayını, tamamen kendi duygusal ve düşünsel geçmişlerine göre değerlendirerek, 18 yaşında bir genci birkaç dakika içinde idama gönderen 11 tane jüri üyesi ile çocuğun suçsuz olduğu yönünde oy kullanan 1 tane jüri üyesinin karar verme anları anlatılıyor. Tam da, bazen yargılarımızla Yaradan rolünü oynamaya kalktığımızdan bahseden bir yazı yazma hazırlığındayken izlediğim bu film gerçekten çok denk geldi. Bizler  “zan”larla çepeçevre kuşatılmış bir dünyada yaşıyoruz, herkesin herkes hakkında söyleyeceği bir şeyleri var, ama neye göre ve hangi hakla?  

Oğluyla birlikte yaşayan yaşlı bir adam öldürülür, tek şüpheli 18 yaşındaki oğludur. Yargılama bittikten sonra, jüri üyeleri bir karar vermek üzere odaya girer ve kapı üstlerinden kilitlenir.  Daha odaya girerken kendi aralarında konuşurlar, hepsi emindir, çocuk suçludur. Oybirliğiyle alınacak suçludur kararı ile çocuğa ölüm cezası verilecektir. Deliller ikna edici, her şey çok açıktır, konuşulacak bir şey yoktur, zaten hava o gün çok sıcak, akşam için de herkesin bir planı vardır. Bu atmosferde oylama yapılır, en başından beri konuşmalara hiç katılmayan bir jüri üyesi dışında herkes çocuğun suçlu olduğu yönünde oy kullanır.

Bir tane jüri üyesinin aksi yönde oy kullanması ile, diğer üyelerin sinirleri gerilir ve muhalefet eden üyeye dönerek “neye dayanarak çocuğun suçsuz olduğunu düşündüğünü” sorarlar. Cevap, anlayıp dinlemeden karşımızdakini hemen yargılayıp, yaftalayan hepimize ders niteliğinde gelir, “ben suçsuz olduğunu bilmiyorum, belki suçlu da olabilir, ama bir insanın yaşamı söz konusu, bir karara varmadan önce her şeyi konuşmalıyız, eğer hiç şüphe duymadan, kesinlikle suçlu olduğunu düşünürsek bu yönde oy kullanmalıyız, ben bu noktada değilim. Bakın, bu çocuk hayatı boyunca eziyet görmüş, annesi dokuz yaşındayken ölmüş, babası dolandırıcılıktan içeri girdiği için, 1,5 yıl yetimhanede kalmış. Bu iyi bir başlangıç değil.” İtirazların yüksek perdeden devam etmesi ve herkesin kendi bakış açısıyla çocuğun neden suçlu olduğunu açıklama girişiminden sonra muhalefet eden üye, “tekrar bir oylama yapalım, eğer yine sonuç 11 e 1 olursa, ben oyumu suçlu olduğu yönünde değiştireceğim ama eğer farklı bir sonuç çıkarsa bu konuyu konuşmaya devam edeceğiz.” der. Herkes sonuçtan emin, bu öneriyi hemen kabul eder, bu kez kapalı oylama yapılır ve muhalif üye dışında bir kişi daha çocuğun suçsuz olduğu yönünde oy kullanır.

Filmi izlemek isteyenler olabilir, bu yüzden daha fazla anlatmayacağım. Filmden de yola çıkarak asıl söylemek istediğim, yargılarımızda daima duygusal ve düşünsel geçmişimizin izleri var, daima bazı yaşanmışlıklarımız ve zihin haritalarımızda kalmış kırıntılarla hareket ediyoruz. Bu nedenle bütün kadim öğretiler “zan”lardan kurtulmamız gerektiğini söylüyor, çünkü yargılamalarımız çoğu kez gerçeği yansıtmıyor.

Bunu film özellikle bir üyenin davranışlarıyla çok net olarak izleyiciye aktarıyor. Bu üye, çocuğun suçlu olduğunu sarsılmaz bir inançla film boyu savunuyor, öyle ki aksi bir görüş duymaya tahammülü yok. Sonra anlıyoruz ki, yakın yaşlarda bir oğlu var, bazı yaşanmışlıkları var ve oğlu ile iki yıldır hiç görüşmüyor. Yani adamın yargıladığı o çocuk değil, kendi oğlu ve o yaştaki tüm gençler, çünkü onların daima babalarına karşı geldiklerine ve kötü olduklarına dair kesin bir yargısı var.

İşte her birimiz böyle yargılıyoruz çevremizi, kendi sarsılmaz inançlarımız ve kendi doğrularımızla, oysa nereden biliyoruz karşımızdakinin ne yaşadığını, ne düşündüğünü, hangi duygularla hareket ettiğini?

Eğer illa yargılayacaksak, önce empati yeteneğimiz ne durumda ona bakalım, yani önce kendimizi yargılayalım. Yeterince empati kurabilen biri olduğumuzu düşünmüyorsak da olan biteni sakince izleyelim. Çünkü bazen yargılarımız öyle yönlendirmelere yol açabilir ki, hiç farkında olmadan bazı hayatları karartabiliriz.

Zaten atalarımız dememiş mi “eline, diline, beline…”  Bu üç kelime erdemli olmanın anahtarı gibi, atalarımızın bilgeliğine kulak verelim.

Sevgiyle Kalın

Nilgün Turan