
Oğluyla birlikte
yaşayan yaşlı bir adam öldürülür, tek şüpheli 18 yaşındaki oğludur. Yargılama
bittikten sonra, jüri üyeleri bir karar vermek üzere odaya girer ve kapı
üstlerinden kilitlenir. Daha odaya
girerken kendi aralarında konuşurlar, hepsi emindir, çocuk suçludur.
Oybirliğiyle alınacak suçludur kararı ile çocuğa ölüm cezası verilecektir.
Deliller ikna edici, her şey çok açıktır, konuşulacak bir şey yoktur, zaten
hava o gün çok sıcak, akşam için de herkesin bir planı vardır. Bu atmosferde
oylama yapılır, en başından beri konuşmalara hiç katılmayan bir jüri üyesi
dışında herkes çocuğun suçlu olduğu yönünde oy kullanır.
Bir tane jüri
üyesinin aksi yönde oy kullanması ile, diğer üyelerin sinirleri gerilir ve muhalefet
eden üyeye dönerek “neye dayanarak çocuğun suçsuz olduğunu düşündüğünü”
sorarlar. Cevap, anlayıp dinlemeden karşımızdakini hemen yargılayıp, yaftalayan
hepimize ders niteliğinde gelir, “ben suçsuz olduğunu bilmiyorum, belki suçlu
da olabilir, ama bir insanın yaşamı söz konusu, bir karara varmadan önce her
şeyi konuşmalıyız, eğer hiç şüphe duymadan, kesinlikle suçlu olduğunu
düşünürsek bu yönde oy kullanmalıyız, ben bu noktada değilim. Bakın, bu çocuk
hayatı boyunca eziyet görmüş, annesi dokuz yaşındayken ölmüş, babası
dolandırıcılıktan içeri girdiği için, 1,5 yıl yetimhanede kalmış. Bu iyi bir
başlangıç değil.” İtirazların yüksek perdeden devam etmesi ve herkesin kendi
bakış açısıyla çocuğun neden suçlu olduğunu açıklama girişiminden sonra
muhalefet eden üye, “tekrar bir oylama yapalım, eğer yine sonuç 11 e 1 olursa,
ben oyumu suçlu olduğu yönünde değiştireceğim ama eğer farklı bir sonuç çıkarsa
bu konuyu konuşmaya devam edeceğiz.” der. Herkes sonuçtan emin, bu öneriyi
hemen kabul eder, bu kez kapalı oylama yapılır ve muhalif üye dışında bir kişi
daha çocuğun suçsuz olduğu yönünde oy kullanır.
Filmi izlemek
isteyenler olabilir, bu yüzden daha fazla anlatmayacağım. Filmden de yola
çıkarak asıl söylemek istediğim, yargılarımızda daima duygusal ve düşünsel
geçmişimizin izleri var, daima bazı yaşanmışlıklarımız ve zihin haritalarımızda
kalmış kırıntılarla hareket ediyoruz. Bu nedenle bütün kadim öğretiler “zan”lardan
kurtulmamız gerektiğini söylüyor, çünkü yargılamalarımız çoğu kez gerçeği
yansıtmıyor.
Bunu film
özellikle bir üyenin davranışlarıyla çok net olarak izleyiciye aktarıyor. Bu
üye, çocuğun suçlu olduğunu sarsılmaz bir inançla film boyu savunuyor, öyle ki
aksi bir görüş duymaya tahammülü yok. Sonra anlıyoruz ki, yakın yaşlarda bir
oğlu var, bazı yaşanmışlıkları var ve oğlu ile iki yıldır hiç görüşmüyor. Yani
adamın yargıladığı o çocuk değil, kendi oğlu ve o yaştaki tüm gençler, çünkü
onların daima babalarına karşı geldiklerine ve kötü olduklarına dair kesin bir
yargısı var.
İşte her birimiz
böyle yargılıyoruz çevremizi, kendi sarsılmaz inançlarımız ve kendi
doğrularımızla, oysa nereden biliyoruz karşımızdakinin ne yaşadığını, ne
düşündüğünü, hangi duygularla hareket ettiğini?
Eğer illa
yargılayacaksak, önce empati yeteneğimiz ne durumda ona bakalım, yani önce
kendimizi yargılayalım. Yeterince empati kurabilen biri olduğumuzu
düşünmüyorsak da olan biteni sakince izleyelim. Çünkü bazen yargılarımız öyle
yönlendirmelere yol açabilir ki, hiç farkında olmadan bazı hayatları
karartabiliriz.
Zaten atalarımız
dememiş mi “eline, diline, beline…” Bu
üç kelime erdemli olmanın anahtarı gibi, atalarımızın bilgeliğine kulak
verelim.
Sevgiyle Kalın
Nilgün Turan