
Ne oldu,
beceremediniz değil mi, bende de ilk deneme felaketti. Hayal kurmaya kurmaya,
beynimde bu bölümden sorumlu çalışanlar, bu işin nasıl yapılacağını tamamen
unutmuşlar. Tek işleri bu olduğu halde, “neeee hayal mi, okeye dönüyorum şimdi,
biraz şekerleme yapıyorum, bugün git yarın gel ” cinsinden itirazlarla beni
başlarından savmaya çalıştılar. Neyse ki insan kaynakları sorumlusu en ciddi –basbayağı
suratsız- haliyle şöyle bir görünüp, “kendinizi kapının önünde bulmak
istemiyorsanız kıpırdanın” dedi de, çabucak silkelenip toparlandılar.
Bu aşamaları sağ
salim geçtiyseniz, ekip çalışmaya hazırsa, haydi başlayalım.
Şimdi karşınızda
aksakallı bir dede ya da şişedeki cin gibi bir şeyin olduğunu ve size şöyle
söylediğini düşünün; “istediğin yeteneğe sahip olmak için bunu bana söylemen
yeterli, haydi, dile benden hangi yeteneği dilersen.” Yetenek dediğinin altını
özenle çiziyorum. Yani maaşınıza zam yapmayan patronun ağzını burnunu kırmayı,
bütün gün tepenizde dünyanın en gürültülü müziklerini çalan komşunun evini
başına yıkmayı ya da durmadan bağırıp duran yöneticinizin ölmesini dilemeyi
aklınızdan bile geçirmeyin. Bu türden kişisel problemlerinizi eksiden olduğu
gibi kendi yöntemlerinizle çözmeye devam edin.
Yetenek derken;
eşsiz resimler ya da besteler yapabilmeyi, gökyüzünde bir kuş misali
süzülebilmeyi, hiçbir ekipman olmadan okyanusların dibine dalabilmeyi… falan
dileyebilirsiniz.
Ben size ilham
vermek açısından –tamamen yalan, anlatmak için çıldırıyorum- kendi hayalimden
biraz bahsetmek istiyorum. Ben, zamanda yolculuk yapabilme yeteneğimin olmasını
isterdim, hatta paket şeklinde verilebiliyorsa yanında bir de görünmez
olabilmeyi dilerdim.
Düşünsenize;
Loto haftalardır
devrediyor, ikramiye, yanında bir sürü “0” la benim telaffuz edemediğim bir şey
olmuş ve üç saat sonra çekiliş yapılacak. Anladınız siz onu, artık zenginim…
Ama bir sorun var, zengin olma hayaliyle tam o zamana gitmiş, beyaz eşya satan
dükkânın açık televizyonlarından birinin önünde çekilişi izlerken, köşeden
hızla çıktığımı görüyorum, karşıdan gelen o arabanın freni falan yok mu? Bana
mı çarptı o araba, çekilişi boş verip, hemen kalabalığın arasına dalıp, kendime
bakıyorum. Ne fena bir görüntü, suratımın olması gereken yerde şekilsiz bir şey
var, kolum bacağım da matematikte öğrenmediğim bir açıyla öylece kıvrılmış.
Zamanda yolculuk hayali tamam da, geleceğe gitme meselesi çok riskli, insan
neyle karşılaşacağını bilemiyor. Direksiyonu hemen geçmişe kırıyorum, hem merak
ettiğim bir sürü de şey var.
Tam ne zamana
geldiğimi bilemiyorum, ortada takvim, saat ya da benzer bir şey yok. Etrafıma
şöyle bir göz gezdiriyorum, burada ev falan da yok. Az ilerde bir mağaradan
saç-sakal birbirine karışmış, önünde bez parçası ile atalarımdan biri çıkıyor.
Allahtan görünmezliği de diledim, yoksa beni değişik bir hayvan zannedip
avlaması işten bile değil. Düşünsenize, taaa binlerce yıl önceden gel ve
atalarına akşam yemeği ol, sizce de çok trajik değil mi? Elinde kalın, yuvarlak
bir dal parçasıyla hoplaya zıplaya bir velet ormandan çıkıyor –aralarında konuşuyorlar
ama bu bildiğim lisanlardan biri değil, anlamıyorum- . Dalı bir kayanın üstüne
koyuyor, eline de bir taş alıyor başlıyor dala vurmaya, eskiden çocuklar böyle
mi oynuyordu? Az sonra daldan bir parça kopuyor, ama küçük bir parça. Sonra
altını, üstünü taşa sürte sürte düzleştiriyor. Velet elinde ne tutuyor biliyor
musunuz? Hani çocukken bir telin ucuna tekerleğe benzer bir tahta, makara falan
geçirir, bu harika düzenek önde biz arkada sokakta deli gibi koşardık ya –bu
oyunu ilk kez duyanlar, annelerinize, babalarınıza falan sorun, onlar anlatsın-
işte onun tekerlek kısmını tutuyor…
Hemen, hafif eğimli bir yere geçiyor, elindeki tekerleği yuvarlıyor. Görmelisiniz,
nasıl mutlu yavrucak, zıp zıp zıplıyor. Nasıl yani, ben şimdi tekerleğin
icadına mı tanıklık ettim? Uzun uzun çizimler, ölçümler, denemeler falan yok
mu? Bu kadar basit mi, bütün icatların anası, küçük bir çocuğun, “hadi değişik
bir oyun oynayayım” demesiyle mi ortaya çıktı? Ne yalan söyleyeyim, büyük
şaşkınlık ve düş kırıklığı içindeyim. Tekerlek bu yahu, boru değil, asırlardır
okullarda bu icadın hayatımızı nasıl değiştirdiği döne döne anlatılıyor. Ahh
var ya gerçeği bir bilseler.
200000 yıllık
insanlık tarihi, git git bitmez, dedim ya çok da merak ettiğim şey var.
Mesela telefonun
icadı, ben telefonu Graham Bell’in icat ettiğine inanmak istiyorum. Öykü o
kadar romantik ki; Graham Bell’in aşık olduğu Allessandra Lolita Oswaldo (baş
harflerinin “ALO” olduğunu fark ettiniz sanırım) adında bir kız varmış. Onu çok
özleyen Bell onun sesini teller aracılığıyla duymayı kafaya koymuş, çok
çalışmış telefonu icat etmiş. Ne kadar romantik değil mi? Ama bazı kötü niyetli
insanlar, Bell’in bir hırsız olduğunu, telefonu aslında Floransa’lı Mucit
Meucci’nin icat ettiğini söylüyor. Gerçekten Bell bir hırsız ise, yeni bir düş
kırıklığını nasıl kaldırırım.
Bir de kafamı
kurcalayan “Mona Lisa” tablosu konusu var. Kaç yüzyıl oldu hala sırrı
çözülemedi. Yani ben baktığımda –pek de güzel olmayan- bir kadın görüyorum,
uzmanlar ise, şifreler, ışıklandırmalar, yazılar falan görüyor. İster istemez
doğrusunu merak ediyorum. Hazır elime böyle bir fırsatta geçmişken valla
dayanamayacağım, ben 1503 yılı Floransa’sına doğru yola çıkacağım. Ama şimdi
değil, söz gidip gelince izlenimlerimi, gördüklerimi yazarım.
Eski Yunan’ı da
mutlaka görmek istiyorum. Bu Zeus, Apollon, Afrodit falan nereden çıkmış, siz
merak etmiyor musunuz? Sonra Topkapı sarayı entrikaları, sultanlar, ihanetler…
Dönüşte kaç “Muhteşem Yüzyıl” senaryosu yazarım düşünsenize. Ne yalan
söyleyeyim, görünmez olarak geçmişe yolculuk yapma hayaline bayıldım. Öyle çok
gitmek istediğim zaman var ki, liste yapsam sayfalarca sürebilir –muhtemelen bir
süre sonra sıkılırsınız, okumayacağınız bir şeyi niye yazayım ki-.
Söz, ben tekrar
gidersem, size yazacağım, siz de, kamuyla paylaşılmasında sakınca olmayan “yetenek
donanımı” konulu hayallerinizi yazsanıza. Çekinmeyin, bana deli derler diye
düşünmeyin, böyle hayal mi olur demeyin. Bütün güzellikler bir hayalle başlar.
Sevgiyle Kalın
Nilgün TURAN