Sayfalar

21 Mart 2015 Cumartesi

HAYDİ HAYAL KURALIM!!!

Çayınızı, kahvenizi alın, şöyle arkanıza yaslanın, zihninizdeki abuk-sabuk şeyleri şimdilik bir odaya kilitleyin… Hazır mısınız? Şimdi ciddi bir iş yapacağız, hayal kuracağız.

Ne oldu, beceremediniz değil mi, bende de ilk deneme felaketti. Hayal kurmaya kurmaya, beynimde bu bölümden sorumlu çalışanlar, bu işin nasıl yapılacağını tamamen unutmuşlar. Tek işleri bu olduğu halde, “neeee hayal mi, okeye dönüyorum şimdi, biraz şekerleme yapıyorum, bugün git yarın gel ” cinsinden itirazlarla beni başlarından savmaya çalıştılar. Neyse ki insan kaynakları sorumlusu en ciddi –basbayağı suratsız- haliyle şöyle bir görünüp, “kendinizi kapının önünde bulmak istemiyorsanız kıpırdanın” dedi de, çabucak silkelenip toparlandılar.
Bu aşamaları sağ salim geçtiyseniz, ekip çalışmaya hazırsa, haydi başlayalım.

Şimdi karşınızda aksakallı bir dede ya da şişedeki cin gibi bir şeyin olduğunu ve size şöyle söylediğini düşünün; “istediğin yeteneğe sahip olmak için bunu bana söylemen yeterli, haydi, dile benden hangi yeteneği dilersen.” Yetenek dediğinin altını özenle çiziyorum. Yani maaşınıza zam yapmayan patronun ağzını burnunu kırmayı, bütün gün tepenizde dünyanın en gürültülü müziklerini çalan komşunun evini başına yıkmayı ya da durmadan bağırıp duran yöneticinizin ölmesini dilemeyi aklınızdan bile geçirmeyin. Bu türden kişisel problemlerinizi eksiden olduğu gibi kendi yöntemlerinizle çözmeye devam edin.

Yetenek derken; eşsiz resimler ya da besteler yapabilmeyi, gökyüzünde bir kuş misali süzülebilmeyi, hiçbir ekipman olmadan okyanusların dibine dalabilmeyi… falan dileyebilirsiniz.

Ben size ilham vermek açısından –tamamen yalan, anlatmak için çıldırıyorum- kendi hayalimden biraz bahsetmek istiyorum. Ben, zamanda yolculuk yapabilme yeteneğimin olmasını isterdim, hatta paket şeklinde verilebiliyorsa yanında bir de görünmez olabilmeyi dilerdim.

Düşünsenize;

Loto haftalardır devrediyor, ikramiye, yanında bir sürü “0” la benim telaffuz edemediğim bir şey olmuş ve üç saat sonra çekiliş yapılacak. Anladınız siz onu, artık zenginim… Ama bir sorun var, zengin olma hayaliyle tam o zamana gitmiş, beyaz eşya satan dükkânın açık televizyonlarından birinin önünde çekilişi izlerken, köşeden hızla çıktığımı görüyorum, karşıdan gelen o arabanın freni falan yok mu? Bana mı çarptı o araba, çekilişi boş verip, hemen kalabalığın arasına dalıp, kendime bakıyorum. Ne fena bir görüntü, suratımın olması gereken yerde şekilsiz bir şey var, kolum bacağım da matematikte öğrenmediğim bir açıyla öylece kıvrılmış. Zamanda yolculuk hayali tamam da, geleceğe gitme meselesi çok riskli, insan neyle karşılaşacağını bilemiyor. Direksiyonu hemen geçmişe kırıyorum, hem merak ettiğim bir sürü de şey var.

Tam ne zamana geldiğimi bilemiyorum, ortada takvim, saat ya da benzer bir şey yok. Etrafıma şöyle bir göz gezdiriyorum, burada ev falan da yok. Az ilerde bir mağaradan saç-sakal birbirine karışmış, önünde bez parçası ile atalarımdan biri çıkıyor. Allahtan görünmezliği de diledim, yoksa beni değişik bir hayvan zannedip avlaması işten bile değil. Düşünsenize, taaa binlerce yıl önceden gel ve atalarına akşam yemeği ol, sizce de çok trajik değil mi? Elinde kalın, yuvarlak bir dal parçasıyla hoplaya zıplaya bir velet ormandan çıkıyor –aralarında konuşuyorlar ama bu bildiğim lisanlardan biri değil, anlamıyorum- . Dalı bir kayanın üstüne koyuyor, eline de bir taş alıyor başlıyor dala vurmaya, eskiden çocuklar böyle mi oynuyordu? Az sonra daldan bir parça kopuyor, ama küçük bir parça. Sonra altını, üstünü taşa sürte sürte düzleştiriyor. Velet elinde ne tutuyor biliyor musunuz? Hani çocukken bir telin ucuna tekerleğe benzer bir tahta, makara falan geçirir, bu harika düzenek önde biz arkada sokakta deli gibi koşardık ya –bu oyunu ilk kez duyanlar, annelerinize, babalarınıza falan sorun, onlar anlatsın-  işte onun tekerlek kısmını tutuyor… Hemen, hafif eğimli bir yere geçiyor, elindeki tekerleği yuvarlıyor. Görmelisiniz, nasıl mutlu yavrucak, zıp zıp zıplıyor. Nasıl yani, ben şimdi tekerleğin icadına mı tanıklık ettim? Uzun uzun çizimler, ölçümler, denemeler falan yok mu? Bu kadar basit mi, bütün icatların anası, küçük bir çocuğun, “hadi değişik bir oyun oynayayım” demesiyle mi ortaya çıktı? Ne yalan söyleyeyim, büyük şaşkınlık ve düş kırıklığı içindeyim. Tekerlek bu yahu, boru değil, asırlardır okullarda bu icadın hayatımızı nasıl değiştirdiği döne döne anlatılıyor. Ahh var ya gerçeği bir bilseler.

200000 yıllık insanlık tarihi, git git bitmez, dedim ya çok da merak ettiğim şey var.

Mesela telefonun icadı, ben telefonu Graham Bell’in icat ettiğine inanmak istiyorum. Öykü o kadar romantik ki; Graham Bell’in aşık olduğu Allessandra Lolita Oswaldo (baş harflerinin “ALO” olduğunu fark ettiniz sanırım) adında bir kız varmış. Onu çok özleyen Bell onun sesini teller aracılığıyla duymayı kafaya koymuş, çok çalışmış telefonu icat etmiş. Ne kadar romantik değil mi? Ama bazı kötü niyetli insanlar, Bell’in bir hırsız olduğunu, telefonu aslında Floransa’lı Mucit Meucci’nin icat ettiğini söylüyor. Gerçekten Bell bir hırsız ise, yeni bir düş kırıklığını nasıl kaldırırım.

Bir de kafamı kurcalayan “Mona Lisa” tablosu konusu var. Kaç yüzyıl oldu hala sırrı çözülemedi. Yani ben baktığımda –pek de güzel olmayan- bir kadın görüyorum, uzmanlar ise, şifreler, ışıklandırmalar, yazılar falan görüyor. İster istemez doğrusunu merak ediyorum. Hazır elime böyle bir fırsatta geçmişken valla dayanamayacağım, ben 1503 yılı Floransa’sına doğru yola çıkacağım. Ama şimdi değil, söz gidip gelince izlenimlerimi, gördüklerimi yazarım.

Eski Yunan’ı da mutlaka görmek istiyorum. Bu Zeus, Apollon, Afrodit falan nereden çıkmış, siz merak etmiyor musunuz? Sonra Topkapı sarayı entrikaları, sultanlar, ihanetler… Dönüşte kaç “Muhteşem Yüzyıl” senaryosu yazarım düşünsenize. Ne yalan söyleyeyim, görünmez olarak geçmişe yolculuk yapma hayaline bayıldım. Öyle çok gitmek istediğim zaman var ki, liste yapsam sayfalarca sürebilir –muhtemelen bir süre sonra sıkılırsınız, okumayacağınız bir şeyi niye yazayım ki-.

Söz, ben tekrar gidersem, size yazacağım, siz de, kamuyla paylaşılmasında sakınca olmayan “yetenek donanımı” konulu hayallerinizi yazsanıza. Çekinmeyin, bana deli derler diye düşünmeyin, böyle hayal mi olur demeyin. Bütün güzellikler bir hayalle başlar.

Sevgiyle Kalın

Nilgün TURAN