Canım Kızım,
Umarım bir gün bu mektubu sana verecek imkânı ve cesareti bulabilirim. Yıllardır
gözümü ne zaman kapatsam, polis arabasının arkasından koşan, ağlayan seni
görüyorum. Bu bana verilebilecek en büyük ceza, her gün ölüyorum. Hak ettim
diyorum her seferinde, sonra hayatıma karar verenlerin hiç suçu yok muydu diye
düşünüyorum. Bu cılız düşünce geldiği gibi gidiyor, geriye sadece “hak ettim”
diyen ses kalıyor. Nerdesin, kimlesin, şimdi kocaman kız olmuşsundur. Upuzun
saçlarını kim tarıyor, beni unuttun mu, hâlâ en sevdiğin yemek köfte mi, seni seven
birileri var mı hayatında… Yüzlerce soru kafamın içinde dönüp duruyor. Sahip
olduğum tek şey koskocaman bir boşluk, bu soruların bir cevabı yok. Mahkemenin
devlet yurduna yerleştirilmene karar verdiğini biliyorum. Her gün dua ediyorum,
mutlu olman, yolunu bulman ve beni affetmen için…
Çocuklar annelerini sadece “anne” olarak bilirler. Çocuk için annesinin
geçmişi yoktur, sadece anne kimliği ile bilir annesini. Oysa annelerin de
geçmişi, biriktirdikleri, yaşanmışlıkları vardır. Doğru ya da yanlış tercihleri
vardır. Günahları, sevapları vardır. Benim de vardı. Eğer bunlar olmamış
olsaydı, bunları gözlerinin içine bakarak sana kendim anlatacaktım. Bana hak
vermeni beklemiyorum ama en azından anlayabileceğini umuyorum.
Annem ben çok küçükken öldü. Geriye benden üç yaş büyük ablam, babam ve ben
kaldık. Annemi çok az hatırlıyorum. Babam günlük işlerde çalışan, kazandığı üç
beş kuruşu da içkide tüketen bir adamdı. Hep sinirliydi, eve sarhoş gelir,
bağırır çağırır sonra bir köşede sızardı. Ablamla ben daha yürümeyi öğrenmeden
babamın ayağının altında dolaşmamayı öğrenmiştik. Arada komşular, arada
yengemler uğrar bizimle ilgilenirlerdi. Tesadüfen büyüyor gibiydik. Ablam bana
annelik yaptı. Böyle yıllar geçti ben on beş yaşına geldim. Ablam Sivaslı bir
komşumuzun, memlekette yaşayan, teyzesine gezmeye gelen yeğenine gönlünü
kaptırdı. O gece babam yine sarhoş gelmişti, hiç yoktan hır çıkardı, bizi
dövdü. Gözü hiçbir şey görmeyen ablam o gece daha birkaç gündür tanıdığı o
gencin peşine takıldı ve gitti. Ağladım, gitme dedim ama dinlemedi, beni öptü
ve çıkıp gitti.
Babamın öfkesi dayanılacak gibi değildi. Ben de kaçmak, ölmek, yok olmak
istiyordum. Başka bir semtte yaşayan, bize neredeyse hiç uğramayan Kasım amcam,
olanları duymuş, iki gün sonra çıkageldi. Yanında da benden dört yaş büyük oğlu
Mustafa vardı, çağla yeşili gözleriyle bana bakıyordu. Mustafa’yı son
gördüğümde yüzü sivilceli bir çocuktu. Yıllardır görüşmemiştik. Benim perişan
halim amcama dokunmuş olmalı, “abi Aysel birkaç gün bizde kalsın” dedi. Babam
beklenmedik şekilde “olur” deyince peşlerine düşüp onlarla gittim. Çocukluk mu
diyeyim, gençlik mi diyeyim, Mustafa’ya gönlüm kaydı, onun da bana. Eve
döndükten sonra da sık sık gelir oldu. Hayatımda ilk defa mutluydum, hayal
kuruyordum. Bir yılın sonunda, Mustafa hayallerimi ve beni bırakıp askere
gitti. Dönünce evlenecektik…
Aylar, gizli mektuplaşmalar, vaatler, hasretle geçiyordu. O gece babam yine
eve gelmemişti. Yattım. Gece yarısından sonra kapının yumruklanması ile uyandım,
yataktan fırladım. Kapıyı açtığımda babam iki kişinin arasında güçlükle ayakta
duruyordu. Gelenlerden birini tanıyordum ama diğerini hiç görmemiştim. Babamı
çabucak yatağa yatırıp, gittiler. Sonraki günlerde, o tanımadığım adamı sokakta
sık sık görür oldum, ne zaman sokağa çıksam karşımdaydı, oralı olmadan yürüyüp
gidiyordum ama rahatsız olmaya da başlamıştım. Hiç unutmuyorum bir Perşembe akşamıydı,
babam alışılmışın aksine o gece erkenden eve geldi. İçki de içmemişti, “etrafı
toparla, misafir gelecek” dedi. “Kim” diyecek oldum, geçiştirdi. Az sonra kapı
çaldı, günlerdir sokakta gördüğüm, o gece babamı getiren adam ve yaşlı bir
kadın kapıda dikiliyordu. Babam gelenleri neredeyse coşkuyla karşıladı. Bense
gözlerini bana dikmiş adamdan yana bakmamaya çalışarak mutfağa kaçtım. Babamın “kahve
yap” gürlemesiyle, elimde kahvelerle odaya döndüm. Yaşlı kadın da göz ucuyla beni süzüyordu.
Anlamıştım, bu normal bir ziyaret değildi. Sonra yaşlı kadın “Allahın emriyle…”
diye başlayan bildik sözü söyledi, babam da “verdi” gitti. Kalakaldım. Sabaha
kadar ağladım, günlerce ağladım. Dudağımdan dökülemese de Mustafa ismi çığlık çığlığa
beynimde yankılanarak ağladım…
Sonra öğrendim, o adam yani Hasan sormuş soruşturmuş, araya birilerini
koymuş, babama da yüklüce bir başlık parası vermiş. Bir kızını beş kuruşsuz
elinden kaçıran babam da bu teklifi hiç düşünmeden kabul etmiş. Çarçabuk
evlendik. Hasan’ın benimle bu şekilde, bir hayvan alır gibi satın alarak
evlenmesini hiç affetmedim. Bana kötü davranmıyordu, beni sevdiğini söylüyordu,
hoş tutmaya çalışıyordu, ama benim içim buz gibiydi. Mustafa’dan gelen
mektuplar kesilmiş, ondan haber alamaz olmuştum. Sonra bir gün geldi. Hasan da
evdeydi, kapı çaldı. Karşımda Mustafa’yı görünce elim ayağım boşaldı, Hasan bir
şeyden şüphelenmeden, amcaoğlumu içeri davet etti. Sonra tekrar, tekrar geldi.
Bu evliliği sürdürecek gücüm yoktu, kaçalım diyordu. Sonra sana hamile
olduğumu anladım. İlk zamanlar pek bir şey hissetmedim ama karnım büyüyüp de,
sen içimde canlanmaya başlayınca, hayatım boyunca gerçekten sahip olacağım tek
şeye, sana dört elle sarıldım. Kızım, sana görür görmez âşık oldum. Harika bir
bebektin, benimdin. Hasan da sana bayılıyordu, inanılmaz bir sevgiyle seni
seviyordu. Hayatının merkezi olmuştun. Mustafa’yla gitmem artık imkânsızdı. Seni
kaçak bir hayat yaşarken büyütemezdim, sana bunu yapamazdım, ama ben daha da
kötüsünü yaptım. Beni affet…
O olaydan birkaç gün önce Hasan her zamankinden erken eve geldi, sen
okuldaydın. Mustafa’yı evde görünce ilk defa bir şeylerden şüphelendiğini
hissettim. Sonraki günlerde sordu, bağırdı, bir şey söylemedim. O akşam Mustafa’yı
konuşmak için çağırmış, işyerinden birlikte çıkmışlar. Hasan beni öldürmekle
tehdit edince, Mustafa’da beni korumak için Hasan’ı öldürmüş. Bir anlık anlıyor
musun… Böyle olması gerekmiyordu.
Sana yaşattıklarımın hiçbir mazereti olamaz, biliyorum. Böyle olmasını
istemezdim. Ben seçmediğim bir hayatı yaşamak zorunda kaldım, umarım sen
seçtiğin bir hayatı yaşarsın. Biliyorum başladığın yer senin seçimin değil,
inşallah sonrasında kendin olmayı başarırsın. Ben yapamadım… Daha güçlü
olmalıydım, hayatım için daha fazla mücadele etmeliydim, yapacak bir şeylerim
mutlaka vardı, ama ben göremedim.
Bana ne kadar kızgın olursan ol, hayatıma güneş gibi doğduğunu, seni çok
ama çok sevdiğimi asla unutma…
Çağla yeşili gözlerinden hasretle öperim.
Annen
Elimde mektupla öylece saatlerce oturdum. Tüm duyguları aynı anda
yaşıyordum. Yerimden kalktığımda banyoya gittim, aynada uzun uzun yüzüme, çağla
yeşili gözlerime baktım. Babamın gözleri daha mı koyuydu, Mustafa’nın gözleri
ise… Kafamı hızla salladım, düşünceler kayboldu, geri gelmelerine fırsat kalmadan
hızla evden çıktım, müdür anneye gittim. Merakla beni bekliyordu.
Hiçbir şey
söylemeden mektubu uzattım. Okumayı bitirince bana baktı ve “şimdi ne
yapacaksın” diye sordu. Kafamı salladım, aslında hiçbir şey yapmak
istemiyordum. “Şimdi uyu” dedi, “yarın daha iyi olacaksın söz veriyorum”
Uysalca gittim ve yattım. Tonlarca ağırlıktaki kafamı yastığa koyar koymaz,
şaşılacak kadar hızlı bir şekilde uyudum.
18 AY SONRA
Bu aralar bu parka çok sık gelir oldum. Ağaçların altındaki bir banka
oturuyor, tepemde aceleyle uçan kuşları seyrediyor, kalabalığın sesini
dinliyorum. Az ilerde çocukların bağır çağır oynadıkları bir oyun alanı var.
Bir taraftan da oraya bakıyorum.
O ziyaretten ve mektubu okuduktan sonraki iki hafta kâbus gibi geçti. Benim
için endişelenen müdür anne bir uzmanla konuşmam gerektiğini söyledi. Direndim
ama ısrarlarına da daha fazla dayanamadım. Ne tesadüf ki 18 aydır içimi dışımı
döktüğüm uzmanın adı Aysel.
O karşılaşmadan üç hafta sonra annemin öldüğünü bildirmek için aradılar,
cenazesine gitmedim. Şimdi olsa muhtemelen giderdim ama o zaman bunu
yapabilecek durumda değildim. Zaman içinde hiç haberdar olmadığım birçok anı
ile tanıştım. Annemin ve Mustafa’nın benimle oynadıkları, şakalar yaptıkları,
güldüğüm, eğlendiğim başka başka anılar… Aysel Hanım bunun bir tür bastırma ve
inkâr etme durumu olduğunu söyledi. İnsan bilinci bazı şeyleri kişinin acı
çekmesini önlemek için bilinçaltına itermiş, bir tür savunma mekanizması. Annemin
yokluğundan çekeceğim acıdan, onunla ilgili anıları bilinçaltıma iterek
korunmuşum, böyle bir şeyler söyledi. Benim ne anladığıma gelince…
Her zaman bir tercihte bulunma şansımız olmasa da, bir an geliyor ki, hayat
gideceğin yolun seçimini sana bırakıyor. İşte o anda yaptığın seçim, perdenin
nasıl ineceğini belirliyor. Babamın, evliliğin diğer tarafı olan annemin
rızasını almadan evlenmesi, annemin bu
evliliğe direnme cesaretini gösterememesi, olanları kabullenmesi, Mustafa’nın
babamı öldürmesi işte bu seçimlerdi.
Annem suçlu muydu yoksa bir kurban mı, bilmiyorum, nereden bakıldığına
bağlı. Yaşadıkları ile bir kurbanken, bana yaşattıklarıyla bir suçlu. Yine de
bunu bilebilmenin kesin bir yolu yok gibi…
İçimdeki nefret de, öfke de azalmaya başladı, bu kez hiçbir şeyi bilinçaltıma
itmeden, yaşadıklarımı olduğu gibi kabullenerek geçmişimle yüzleşiyorum.
Birkaç ay önce Gülay’ı ziyarete gittim. Köşedeki fırının oğluyla evlenmiş, üç
çocuğu olmuş, kendi halinde bir ev kadını. Sarıldık, ağlaştık, tekrar görüşelim
diyerek vedalaştık.
O günden beri arada düşünüyorum. Eğer bütün bunlar yaşanmamış olsaydı,
şimdi ben nerede olacaktım, nasıl bir hayatım olacaktı? Kimbilir. Gerçek şu ki,
hayatımda yurda kadar olanlar benim tercihim değildi ama sonrasında hırsla
okumam, mesleğimde en iyi olmak için çalışmam benim tercihimdi. Şüphesiz böyle
davranmamda geçmişimin izlerinin etkisi vardı. Ama kurban olmayı, hayat boyu
kendime acımayı, mücadele etmemeyi de seçebilirdim, ben diğer yolu seçtim.
Eğer bütün bunlar yaşanmamış olsaydı, müdür anneyle asla
karşılaşmayacaktım, belki Ayşe’yle de… Ayşe üç yaşında kapkara gözleri, kapkara
saçları olan dünya tatlısı bir kız. Birkaç ay önce müdür anneyle yurda
uğramıştık, orada karşılaştık. Uzaktan ilgiyle bana bakıyordu. Bakışları
aklımdan çıkmayınca birkaç kez daha onu görmeye gittim. Sonra müdür anneye
yakın bir eve taşındım ve Ayşe’yle birlikte yaşamaya başladım. Şimdilik
koruyucu aileyim, evlat edinme işlemlerini de başlattım. Ona karşı
hissettiklerimi tarif etmem mümkün değil, annem de bana karşı böyle mi hissetmişti?
Ayşe’yle birlikte daha hızlı iyileşiyorum. Onun sevgisi içimdeki buzları birer
birer eritiyor, daha önce bilmediğim duygularla tanıştım. Koşulsuz sevgi,
şevkat, hoşgörü, sahiplenme, başkası için endişelenme…
O mektup kafamı karıştırsa da Mustafa babam olabilir mi diye çok
düşünmedim. Bunu bilmek hayatımda hiçbir şeyi değiştirmeyecek. Onlar
yanlışları, doğrularıyla kendi hayatlarını yaşadılar. Şimdi ben de benimkini
yaşıyorum.
Bu arada Ayşe dün bana ilk kez “anne” dedi. Bu tek kelime, küçücük
dudaklarından dünyanın en muhteşem melodisi gibi döküldü.
ÖYKÜNÜN SONU
Daima en iyi yolu seçmeniz dileğiyle...
Sevgiyle Kalın
Nilgün TURAN