Sayfalar

17 Mart 2015 Salı

YÜZLEŞME (ÖYKÜ/YEDİNCİ BÖLÜM)

Hiç kıpırdamadan kapıdaki yazıya bakıyorum. Sanki ayaklarıma tonlarca ağırlık bağlanmış, hiç hareket edemiyorum.

Bir zaman sonra adresin yazılı olduğu kağıda baktım,  “Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı”. Adres doğru…

Aynı noktaya o kadar uzun süre bakmam kapıdaki görevliyi şüphelendirmiş olmalı, yanıma gelip;

-Nereyi arıyorsun abla, diye sordu.

Hiç acele etmeden kafamı çevirdim. Güneş yanığı yüzünde, iki düğme gibi parlayan mavi gözlerini bana dikmiş, merakla bakıyordu.

-Burayı, dedim.

Düğmelerde birer soru işareti oluştu, yüzüme “eee” dercesine bakıyordu. Kafamı çabucak elimdeki kağıda eğip;

-Bir hastayı ziyaret edeceğim de, dedim.

-Gel abla çizelgeden bakalım, diyerek önüme düştü.

Uysal bir şekilde peşinden yürürken,  kalbim göğsümü delecek gibi atıyordu.

Küçük, eski bir masanın başına gittik. Düğme gözlü adam, kullanılmaktan sayfaları kıvrılmış, rengi kaçmış bir deftere uzanarak;

-Adı neydi hastanın, diye sordu.

Zor duyulan bir sesle;

-Aysel Arabacı, dedim.

Kafasını deftere eğdi, sayfaları karıştırırken bir taraftan da yavaş sesle isimleri okuyordu. Aradığını bulunca, ezberlediği metni söyler gibi;

-Beşinci kat, 512 numaralı oda. Merdivenleri çıkınca sağa dön, üçüncü oda, dedi.

Teşekküre benzer bir şeyler geveleyip merdivenlere yöneldim. Her adımda kalp çarpıntım artıyordu. Beşinci kata geldiğimde nefes nefese kalmıştım, sağa dönüp, gördüğüm ilk banka çöktüm. Gözlerimi kapatıp, milyonuncu kez kendi kendime  “sakin ol” diye tekrarladım. Soluk alışım normale dönünce, gözlerimle koridoru araştırmaya başladım. Az ilerde bir hemşire bankosu vardı. Ayağa kalkıp yürümeye başladım. Bankonun önüne gelince gözlerini önündeki bilgisayarın ekranına dikmiş hemşireye;

-Beni aradılar, dedim.

Kafasını kaldırıp, anlamaz gözlerle suratıma baktı;

-Buyrun, dedi.

-Beni aradılar, diye tekrar ettim.

-Kim aradı?

-Bilmiyorum, beni görmek istemiş yani öyle söylediler.

-Kim için aradılar?

-Aysel Arabacı.

Önündeki kağıtları karıştırdı;

-Adınız ne?

-Zeynep Arabacı.

-Nesi oluyorsunuz?

-Kızı.

Anladım der gibi baktıktan sonra;

-Bir dakika, dedi.

Bir yerleri aradı. Ayağa kalkıp, bankonun önüne geçti;

-Gelin benle, diyerek önüme düştü.

512 numaralı odanın kapısına gelince, kapıyı açtı ve geçmem için kenara çekilerek;

-Buyrun, dedi.

Ağır çekimle ilerledim, hemşire de arkamdan geliyordu. Yatak tam karşımda, camın önündeydi, yatakta… Beynimin içinde “olamaz” diyen bir çığlık yükseldi, hızla arkama döndüm, hemşire hafifçe koluma dokunup, anlayışla başını salladı.  Tekrar cama doğru döndüm, varlığını bilmediğim görüntüler zihnime akmaya başladı; upuzun kumral saçlar, ışığın yansıması ile rengi değişen ela gözler, yüzün ortasına özenle oturtulmuş burun, dolgun dudaklar, buğday rengi pürüzsüz cilt… Küçük kıza masal anlatan, şarkı söyleyen çok güzel bir kadın… Hızla başımı salladım, görüntüler geldikleri gibi çabucak yok oldu.

Bir adım, bir adım daha...

Griye çalan beyaz çarşafların arasında yatan kadının gözleri kapalıydı. Daha önce hiç bu kadar zayıf bir insan görmemiştim. İki yanına uzattığı dalı andıran kollarından birine bir serum bağlıydı. Her nefes alışında hafifçe inliyor, canı çok yanıyormuş gibi yüzünü buruşturuyordu. Kafasında tek tük kalmış birkaç tel dışında hiç saç yoktu. Yavaşça başını çevirdi, yıllarca susuz kalmış toprak misali çatlamış, buruşmuş yüzünde iki noktayı andıran gözlerini araladı. Anlamadan boş boş bakıyordu. Bir şey söylemesini bekler gibi tekrar hemşireye baktım. İki adımda yatağın başucuna ulaşarak, hafifçe yataktaki hastaya doğru eğildi;

-Aysel hanım bak kızın seni ziyarete geldi, dedi.

Bu cümleyle biraz daha araladığı gözlerini gözlerime dikti, dudakları kıpırdadı.

-Yaklaş, dedi hemşire, bir şey söylüyor.

Hiç acele etmeden yürüdüm, hemşirenin hafifçe kenara çekilmesiyle boşalan yere geçtim, tıpkı onun gibi kafamı hafifçe eğdim. Bu mesafeden burnuma ekşi bir koku geldi, nefes, vücut, hastalık kokusu… Söyleyeceklerini duymak için, kulağımı ağzına biraz daha yaklaştırdım. Bir mırıltı gibi;

-Beni affet, dediğini duydum.

Sanki bir yerime ateş değmiş gibi hızla başımı geri çektim. Feri kaçmış gözlerinde, yalvarma, ızdırap, acı vardı.  Bir başkasını üzecek, belki de dehşete düşürecek bu görüntü, beni tuhaf bir şekilde rahatlatmıştı.  Karşımda acı çeker, bitmiş, güçsüz kalmış, adeta enkaza dönmüş bir halde yatarken, sanki çalınan yıllarımın, acılarımın, gözyaşlarımın kefaretini öder gibiydi.

Tekrar dudaklarını kıpırdattı, bir taraftan da serum olmayan koluyla yatağın başucundaki demir komodini işaret ediyordu. Hemşire biraz önce yaptığı gibi hafifçe eğilerek;

-Bir şey mi istiyorsun, diye sordu.

Tekrar kıpırdanan dudaklar.

-Mektup mu var?

Gözlerini evet manasında hafifçe açıp, kapadı.

-Nerede?

Kıpırdanan dudaklar.

-Çekmecede mi?

Doğrulan hemşire;

-Çekmecede mektup varmış, belki size yazılmıştır, dedi.

Aynı anda da çekmeceyi açıp karıştırmaya başladı. Plastik kaşık-çatallar, kağıt mendiller, bir cüzdan…

Cüzdanı elinde sallayarak, ona doğru döndü, tekrar gözlerini açıp kapattı. Kimlik, üç beş kuruş para, bir resim, kıvrılarak fermuarlı yere konulmuş sararmış bir zarf…

Zarfı çıkarttı, düzeltti, üstünde “kızıma” yazıyordu, bana uzattı.

-Size bir mektup yazmış, dedi.

Elimi hemen uzatamadım, hadi dercesine bir işaret yapınca alıp çabucak çantama tıktım.
Bu görüntüyü daha fazla seyretmek istemiyordum, kapıya doğru yürümeye başladım. Tam çıkacakken, kafamı çevirip yatağa doğru baktım, bana bakıyordu, hafifçe yukarı kaldırdığı boştaki kolunu da bir şeyi işaret eder gibi bana doğru uzatmıştı. Hızlıca dönüp odadan çıktım, hemşire de arkamdan. Dönüp birkaç teşekkür sözü söyledim.

-İyi misiniz, diye sordu.

-Evet, dedim.

Merdivenleri koşar adım indim, amaçsızca kapıda dikilen düğme gözlüyü görmezden gelerek binadan çıktım, ilk boş taksiye atladım, “Suadiye” dedikten sonra arkama yaslandım. Derin bir nefes alarak, “yaptım işte, yüzleştim” diye düşündüm, gözlerim, kucağımdaki çantaya takıldı, mektubu hatırladım, “yırtıp atsa mıydım, bilmediğim ne olabilirdi ki içinde”…

Ne yırttım, ne de attım, eve gidip üstümü değiştirdikten sonra en sevdiğim koltuğa oturup zarfı açtım.

YEDİNCİ BÖLÜMÜN SONU

Öyküde sona yaklaştık, yorumlarınızı paylaşırsanız çok mutlu olurum.

Sevgiyle Kalın

Nilgün TURAN