Sayfalar

12 Mart 2015 Perşembe

YÜZLEŞME (ÖYKÜ/DÖRDÜNCÜ BÖLÜM)

Sonraki günler boyunca, gerçekliğini yitirmiş dünyamda, kulağıma gelen sözler ve yaşananlar arasında bağlantı kurmaya çalışarak, bir sis perdesinin arkasından izledim her şeyi…

Kapımızın önüne gelen ambulans, arkasından indirdikleri dikdörtgene benzeyen üstü bezle örtülmüş tahta kutu, tanıdık, tanımadık yığınla insan, köşedeki camii, ağlayanlar, saçıma dokunan eller, yüzümü araştıran bakışlar, yanımdan ayrılmayan Meryem Teyze, sesi çıkmaz olana kadar bağıran, ağlayan ben, hastaneye kaldırılan, bir daha geri gelmeyen babaannem, polisler tarafından götürülürken “her şey yoluna girecek, döneceğim” diyen O…

Bir zaman sonra kalabalık azaldı. O günden beri Meryem teyzelerde kalıyordum. Beni hoş tutmak için ellerinden geleni yapıyor, babası Gülay’a bile göstermediği kadar bana ilgi gösteriyor, konu komşu arada gelip yokluyor ama hiçbir şey içimde gittikçe artan, adına “özlem” denilen boşluğu doldurmaya yetmiyordu. Tam tersine gösterilen bu ilgi beni boğuyor ve daha da fazla yaralıyordu.

Sis perdesi dağılır gibi olunca sorular sormaya başladım, aldığım cevaplar hiçbir vaat içermeyen türdendi.

O gün, o aralar sık sık olduğu gibi birkaç komşu kadın Meryem teyzelere gelmişti. Seslerini uzaktan duymuş, beni boğan ilgiden kaçmak için de antrenin ucundaki odaya gidip saklanmıştım. Bir ara tuvalete gitmek için saklandığım köşeden çıktım, gürültü yapmamak için ayaklarımın ucuna basarak yürüyordum ki;

-Nasıl anlamamış Hasan bunu?  diyen sesi duydum.

Babamın adını duyunca olduğum yere çöktüm, konuşmanın devamına kulak kabarttım.

-Akrabası ayol, nerden aklına gelsin, hepimizin akrabası yok mu, gelip gitmiyor mu evimize.

-Ah Ayten nasıl yapabildi bunu, el kadar çocuğa da mı acımadı, bak arayan soran da yok, kaldı yavrucak ortada.

-Hasan tekti zaten, bir teyzesi var, o da dışarlıklı evliydi, kim arayıp soracak ki…

İlk o an kimsesizliğin panik duygusunu içimde hissettim. Göz pınarlarım yine dolmuş, dudaklarım titremeye başlamıştı ki, Meryem teyzenin sesini duydum.

-Ben bir keresinde bir şeylerden şüphelenir gibi olmuştum. Kızı almaya gitmiştim, hava serinceydi, kapıyı açan Ayten telaşla çabucak Gülay’a seslenip, bizi yolcu ettiydi. Gülay’ı eve bırakınca ekmek almaya giderken, Mustafa’yı onlardan çıkarken görünce, tövbe demiştim kendi kendime.

-Nerden bilesin böyle olacağını, bir olup yediler dağlar gibi Hasan’ın başını.

-Yavaş, Zeynep duyacak.

Konuşmalar fısıltıya dönüştü.

Sorular birbiri ardına zihnime üşüşüyordu; Mustafa abinin olanlarla ne ilgisi vardı, babamın başının yenilmesi de ne demek oluyordu, bana bile acımadan yapılan şey neydi, babam neden gitmişti…

Geçen yıllar içinde bazı şeyleri kavradıysam da, o gün zihnime kazınan bu soruların kesin cevaplarını tam on üç yıl sonra, hukuk fakültesi bitirme tezini hazırlarken öğrenebildim.

Düşünüyor, cevap arıyordum, birden, bize sık sık gelen, gelirken de bana türlü şeyler getiren Mustafa abinin o korkunç günden beri beni hiç görmeye gelmediğinin ayırdına vardım. O geldiğinde eğer evdeysem, sevinçle aldıklarını görmek için bahçeye inerdim, çünkü getirdiklerini hiçbir zaman yukarı çıkarmaz, daima bahçedeki tahta masaya bırakırdı. “Bakalım bugünün sürprizi ne” derdi… Daima bahçede oynayabileceğim havalarda gelirdi… Her geldiğinde neşeli olurdu… Arada babam evdeyken de gelirdi ama o zamanlar bana sürpriz getirmezdi…

Birleştiremediğim parçalar, anlamlandıramadığım görüntüler, cevap alamadığım sorularla günler geçti.

Mart ayının başlarıydı, herkes kendi hayatına dönmüş, bana olan ilgi azalmış, zorunlu misafirliğim ise uzadıkça uzamıştı. Gerçekten de beni pek arayan soran olmamıştı. Dışarlıklı yerde oturan teyzem birkaç kez telefon etmiş, çok da aşina olmadığım birkaç akraba gelmişti, hepsi bu…

O gün okuldan gelmiş, Gülay’la ders çalışıyorduk. Hava yağmur yağacak gibi kapalıydı. Kapının zili çaldı, az sonra da Meryem teyze bana seslendi. Salona girdiğimde;

-Bak Zeynep bu amcalar seninle konuşmaya gelmişler, dedi.

Ciddi yüzlü iki kişi kapının yanındaki koltukta yan yana oturuyordu. Daha uzun boylu olanı, yavaş bir ses tonuyla, doğrudan gözlerime bakarak konuşmaya başladı;

-Merhaba Zeynep, benim adım Ahmet, bu amcanın adı da Arif, biz devlet yurdundan geliyoruz, dedi.

Soru soran gözlerle bir onlara bir Meryem Teyzeye bakıyordum. Bıyıklı olan diğeri devam etti;

-Biz senin çok zeki bir kız olduğunu biliyoruz, senin, yaşıtın arkadaşlarınla birlikte, çok iyi bir eğitim almanı istiyoruz. Seni, her ihtiyacının karşılanacağı, her şeyin senin yaşına göre düzenlendiği bir yere götürmeye geldik.

Korkup sinmiş, Meryem teyzeye iyice sokulmuştum. Uzun uzun anlattılar, sustuklarında söylediklerini yapmaktan başka çaremin olmadığını anlamıştım; beni tanımadığım, bilmediğim bir yere götüreceklerdi.

Ertesi gün mahalleli ile vedalaştım, evime son kez baktım ve o amcalarla birlikte devlet yurduna doğru yola çıktım.  Araba kocaman, bembeyaz bir binanın önünde durdu. Hiç bu kadar büyük bir bahçe görmemiştim. Tepesi göğe değecekmiş gibi duran uzun ağaçlar, sağa sola konulmuş oturma yerleri, uzaktan renkleri seçilen bir park, hem bahçe kapısında, hem bina kapısında duran ciddi adamlar, az ilerde bir kadının etrafında toplanmış, bağıra çağıra oyun oynayan bir grup çocuk…
Koca bir dünyada kaybolmuş gibiydim, her şey yabancıydı, kaçmak istiyordum, ama nereye… 

Kapıdan çıkan kısa saçlı, güleç yüzlü kadın; “hoş geldin güzel kız” gibilerinden bir şeyler söyleyip elimi tuttu ve beni binaya sürüklemeye başladı. Her adımda paniğim artıyordu, uzun bir koridor boyunca yürüdük. Nihayet durduğumuzda soluk soluğa kalmıştım, yavaşça önünde durduğumuz kapıyı tıklattı. İçeri girdik, çok büyük bir odaydı, camın önündeki dağınık masanın arkasında oturan kadın ayağa kalktı ve bize doğru yürümeye başladı. Uzun boylu ve zayıftı, arkadan sıkıca topuz yapılmış saçları, jilet gibi ütülenmiş beyaz gömleği ve siyah pantolonuyla bir öğretmene benziyordu. 

Yavaşça önümde diz çöktü;

-Hoş geldin şekerim, dedi.

Kocaman açtığım gözlerimle öylece bakakaldım.

-Korktuğunu biliyorum, merak etme hepsi geçecek,  burada çok mutlu olacaksın, güven bana,  benim adım “müdür anne”

Bakışları yumuşacıktı, ellerimi avuçlarına aldı, hafifçe sıktı. Ağlamaya başladım, yavaşça sarıldı, saçlarımı okşadı.

O andan sonra, ne gelecek yaşantımda, ne de anılarımda, o gün beni saran bu olağanüstü kadın dışında hiç kimseye “anne” diye hitap etmedim.

Bu karşılaşma ile yepyeni bir hayata adım atmıştım.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜMÜN SONU

Sonraki bölümlerde görüşmek üzere, yorumlarınızı paylaşırsanız çok mutlu olurum.

Sevgiyle Kalın

Nilgün TURAN