
Kapımızın önüne
gelen ambulans, arkasından indirdikleri dikdörtgene benzeyen üstü bezle örtülmüş
tahta kutu, tanıdık, tanımadık yığınla insan, köşedeki camii, ağlayanlar,
saçıma dokunan eller, yüzümü araştıran bakışlar, yanımdan ayrılmayan Meryem
Teyze, sesi çıkmaz olana kadar bağıran, ağlayan ben, hastaneye kaldırılan, bir
daha geri gelmeyen babaannem, polisler tarafından götürülürken “her şey yoluna
girecek, döneceğim” diyen O…
Bir zaman sonra kalabalık azaldı. O günden beri Meryem teyzelerde kalıyordum. Beni hoş tutmak için ellerinden geleni yapıyor, babası Gülay’a bile göstermediği kadar bana ilgi gösteriyor, konu komşu arada gelip yokluyor ama hiçbir şey içimde gittikçe artan, adına “özlem” denilen boşluğu doldurmaya yetmiyordu. Tam tersine gösterilen bu ilgi beni boğuyor ve daha da fazla yaralıyordu.
Sis perdesi
dağılır gibi olunca sorular sormaya başladım, aldığım cevaplar hiçbir vaat
içermeyen türdendi.
O gün, o aralar
sık sık olduğu gibi birkaç komşu kadın Meryem teyzelere gelmişti. Seslerini
uzaktan duymuş, beni boğan ilgiden kaçmak için de antrenin ucundaki odaya gidip
saklanmıştım. Bir ara tuvalete gitmek için saklandığım köşeden çıktım, gürültü
yapmamak için ayaklarımın ucuna basarak yürüyordum ki;
-Nasıl anlamamış
Hasan bunu? diyen sesi duydum.
Babamın adını
duyunca olduğum yere çöktüm, konuşmanın devamına kulak kabarttım.
-Akrabası ayol,
nerden aklına gelsin, hepimizin akrabası yok mu, gelip gitmiyor mu evimize.
-Ah Ayten nasıl
yapabildi bunu, el kadar çocuğa da mı acımadı, bak arayan soran da yok, kaldı
yavrucak ortada.
-Hasan tekti
zaten, bir teyzesi var, o da dışarlıklı evliydi, kim arayıp soracak ki…
İlk o an
kimsesizliğin panik duygusunu içimde hissettim. Göz pınarlarım yine dolmuş,
dudaklarım titremeye başlamıştı ki, Meryem teyzenin sesini duydum.
-Ben bir
keresinde bir şeylerden şüphelenir gibi olmuştum. Kızı almaya gitmiştim, hava
serinceydi, kapıyı açan Ayten telaşla çabucak Gülay’a seslenip, bizi yolcu
ettiydi. Gülay’ı eve bırakınca ekmek almaya giderken, Mustafa’yı onlardan
çıkarken görünce, tövbe demiştim kendi kendime.
-Nerden bilesin
böyle olacağını, bir olup yediler dağlar gibi Hasan’ın başını.
-Yavaş, Zeynep
duyacak.
Konuşmalar fısıltıya
dönüştü.
Sorular birbiri
ardına zihnime üşüşüyordu; Mustafa abinin olanlarla ne ilgisi vardı, babamın
başının yenilmesi de ne demek oluyordu, bana bile acımadan yapılan şey neydi,
babam neden gitmişti…
Geçen yıllar
içinde bazı şeyleri kavradıysam da, o gün zihnime kazınan bu soruların kesin
cevaplarını tam on üç yıl sonra, hukuk fakültesi bitirme tezini hazırlarken
öğrenebildim.
Düşünüyor, cevap arıyordum, birden, bize sık sık gelen, gelirken de bana türlü şeyler getiren
Mustafa abinin o korkunç günden beri beni hiç görmeye gelmediğinin ayırdına
vardım. O geldiğinde eğer evdeysem, sevinçle aldıklarını görmek için bahçeye
inerdim, çünkü getirdiklerini hiçbir zaman yukarı çıkarmaz, daima bahçedeki
tahta masaya bırakırdı. “Bakalım bugünün sürprizi ne” derdi… Daima bahçede
oynayabileceğim havalarda gelirdi… Her geldiğinde neşeli olurdu… Arada babam
evdeyken de gelirdi ama o zamanlar bana sürpriz getirmezdi…
Birleştiremediğim
parçalar, anlamlandıramadığım görüntüler, cevap alamadığım sorularla günler
geçti.
Mart ayının
başlarıydı, herkes kendi hayatına dönmüş, bana olan ilgi azalmış, zorunlu
misafirliğim ise uzadıkça uzamıştı. Gerçekten de beni pek arayan soran olmamıştı.
Dışarlıklı yerde oturan teyzem birkaç kez telefon etmiş, çok da aşina olmadığım
birkaç akraba gelmişti, hepsi bu…
O gün okuldan
gelmiş, Gülay’la ders çalışıyorduk. Hava yağmur yağacak gibi kapalıydı. Kapının
zili çaldı, az sonra da Meryem teyze bana seslendi. Salona girdiğimde;
-Bak Zeynep bu
amcalar seninle konuşmaya gelmişler, dedi.
Ciddi yüzlü iki
kişi kapının yanındaki koltukta yan yana oturuyordu. Daha uzun boylu olanı,
yavaş bir ses tonuyla, doğrudan gözlerime bakarak konuşmaya başladı;
-Merhaba Zeynep,
benim adım Ahmet, bu amcanın adı da Arif, biz devlet yurdundan geliyoruz, dedi.
Soru soran
gözlerle bir onlara bir Meryem Teyzeye bakıyordum. Bıyıklı olan diğeri devam etti;
-Biz senin çok
zeki bir kız olduğunu biliyoruz, senin, yaşıtın arkadaşlarınla birlikte, çok
iyi bir eğitim almanı istiyoruz. Seni, her ihtiyacının karşılanacağı, her
şeyin senin yaşına göre düzenlendiği bir yere götürmeye geldik.
Korkup sinmiş,
Meryem teyzeye iyice sokulmuştum. Uzun uzun anlattılar, sustuklarında
söylediklerini yapmaktan başka çaremin olmadığını anlamıştım; beni tanımadığım,
bilmediğim bir yere götüreceklerdi.
Ertesi gün
mahalleli ile vedalaştım, evime son kez baktım ve o amcalarla birlikte devlet
yurduna doğru yola çıktım. Araba kocaman,
bembeyaz bir binanın önünde durdu. Hiç bu kadar büyük bir bahçe görmemiştim. Tepesi göğe değecekmiş gibi duran uzun ağaçlar, sağa sola konulmuş oturma yerleri,
uzaktan renkleri seçilen bir park, hem bahçe kapısında, hem bina kapısında
duran ciddi adamlar, az ilerde bir kadının etrafında toplanmış, bağıra çağıra
oyun oynayan bir grup çocuk…
Koca bir dünyada
kaybolmuş gibiydim, her şey yabancıydı, kaçmak istiyordum, ama nereye…
Kapıdan
çıkan kısa saçlı, güleç yüzlü kadın; “hoş geldin güzel kız” gibilerinden bir
şeyler söyleyip elimi tuttu ve beni binaya sürüklemeye başladı. Her adımda
paniğim artıyordu, uzun bir koridor boyunca yürüdük. Nihayet durduğumuzda soluk
soluğa kalmıştım, yavaşça önünde durduğumuz kapıyı tıklattı. İçeri girdik, çok
büyük bir odaydı, camın önündeki dağınık masanın arkasında oturan kadın ayağa
kalktı ve bize doğru yürümeye başladı. Uzun boylu ve zayıftı, arkadan sıkıca topuz yapılmış saçları, jilet gibi ütülenmiş beyaz gömleği ve siyah pantolonuyla bir
öğretmene benziyordu.
Yavaşça önümde diz çöktü;
-Hoş geldin şekerim,
dedi.
Kocaman açtığım
gözlerimle öylece bakakaldım.
-Korktuğunu
biliyorum, merak etme hepsi geçecek,
burada çok mutlu olacaksın, güven bana, benim adım “müdür anne”
Bakışları
yumuşacıktı, ellerimi avuçlarına aldı, hafifçe sıktı. Ağlamaya başladım,
yavaşça sarıldı, saçlarımı okşadı.
O andan sonra, ne
gelecek yaşantımda, ne de anılarımda, o gün beni saran bu olağanüstü kadın
dışında hiç kimseye “anne” diye hitap etmedim.
Bu karşılaşma ile
yepyeni bir hayata adım atmıştım.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜMÜN SONU
Sonraki bölümlerde görüşmek üzere, yorumlarınızı paylaşırsanız çok mutlu olurum.
Sevgiyle Kalın
Nilgün TURAN
Sevgiyle Kalın
Nilgün TURAN