Sayfalar

11 Mart 2015 Çarşamba

YÜZLEŞME (ÖYKÜ/ÜÇÜNCÜ BÖLÜM)

Önce bir hareketlilik ve bazı mırıltılar duydum, hiç oralı olmadan uyumaya devam ettim.  Sonra, mırıltılar arasında, “gelmedi” sözünü ayırt etti zihnim, algıda seçicilik işte. Hafifçe gözlerimi araladım, mutfaktan yayılan ışığın altında uzayan gölgesiyle babaannem salonun ortasında dikiliyordu. Uykulu olsam da beynim, bir şeylerin ters gittiğini hemen kavrayıverdi. Babaannem bize çok nadir gelirdi.

Koltuğun yanındaki camdan dışarıya göz attım, dışarısı hala karanlıktı, yağmur da tüm şiddetiyle yağmaya devam ediyordu.
Hızla koltukta doğruldum. Gözlerim yarı kapalı, şaşkın bir sesle;

-Babaanne?

-Yat kuzum, yat sen, niye yerine yatmadın, üşürsün, boynun ağrır orada.

-Ne oldu, neden geldin?

-Yok bir şey kuzum, bir şey sormaya geldim.

Sonra birden hatırladım, babam gelmemişti.

-Babam?

-Gelir kuzum, gelir, hadi sen yerine yat.

İteleye, çekeleye beni yatağıma yatırdılar, odanın kapısını da kapattılar. Kafamda sorularla odada bir başıma kalakaldım. O gece anladım ki, babamın her gece ayak seslerini bekleyen tek kişi ben değilmişim. Babaannem de, camın önündeki eski sedirine oturur, hafif araladığı perdenin arkasından babamın gelmesini beklermiş akşamları.

Arada uykuya yenildiğimde derinden gelse de, o gece salondaki sesler hiç kesilmedi. Ne zaman sonra, onların sesine başka seslerin de karıştığını fark ettiğimde, yataktan kalkıp yavaşça odanın kapısını araladım. Işık yanıyordu, babaannem soldaki koltuğa yığılmış, ayakta durmuş bir şeyler anlatan Gülay’ın babasını yaşlı gözlerle dinliyordu. Sarsak adımlarla salonun ortasına yürüdüm, beni görünce herkes sustu. Gülay’ın annesi Meryem teyze atıldı;

-Kızım hadi gel seni giydireyim de Gülay’a götüreyim.

Uykunun çatallaştırdığı bir sesle;

-Ne oluyor, neden buradasınız, babam nerede?  diye sordum.

- Gelecek, hadi sen Gülaylara git, biz sana haber vereceğiz.

Öyle anlar vardır ki; gerçek apaçık ortadadır, ama bilirsin ki o gerçeği yok saymazsan canın çok yanacak. Görmezden gelirsin, etrafından dolanırsın, olmamış farz edersin. İşte o gece hiç itiraz etmeden Meryem teyzenin peşine düşüp onlara gitmem, benim gerçeği yok saymamdı. Geçen yıllar boyunca bu tanıdık filmin, tanıdık karelerine o kadar çok baktım ki, aslında yok saymaya, görmezden gelmeye, olmamış farz etmeye çok önce alıştırıldığımı fark ettim.  

Sabah olduğunda yağmur dinmiş, geriye öbek öbek su birikintileri bırakmıştı. Meryem teyze, Gülay’la beni giydirdi, okula bıraktı. Bütün bu süre içinde, babamla ilgili, ne olduğuyla ilgili sayısız soru sordum, aldığım cevaplar ise; “gelecek, merak etme, bir şey yok” şeklinde oldu.

Okul çıkışına da bizi Meryem teyze almaya gelince, kötü bir şeyler olduğuna emin oldum. Ardı ardına sorduğum sorulara aynı cevapları, ama bu kez inanmayan, inandıramayan bir ses tonuyla veriyordu.

Sokağa vardığımızda, ilk gözüme çarpan bizim kapıda duran polis arabasıydı. Koşmaya başladım, Meryem teyze arkamdan koşturuyor, “dur” falan diyordu ama çıldırmış gibiydim. Hızla bahçeye girdim, bütün sokak oradaydı. Tahta masada oturan onların yanına vardığımda ağlıyordum. Yerinden kalktı bana sarıldı;

-Geçecek, ağlama gibilerinden bir şeyler söyledi.

Kollarından sıyrılıp babaanneme koştum, ağlamaktan kızarmış, şişmiş gözlerini bana çevirdi, kollarını açtı. Gözyaşları gözyaşlarıma karıştı, bir taraftan da nasırlı, sert elleriyle saçlarımı okşuyor;

-Kuzum, kuzum, Hasan’ımın tomurcuğu kuzum, Babasının çiçeği kuzum, Hasan’ım kokan kuzum, diye mırıldanıyordu.

Canınızdan can gittiğinde, kimsenin karşınıza geçip bunu size söylemesi gerekmez, anlarsınız. Külçe kadar ağır havadan, acıyarak size bakan gözlerden, siz geldiğinizde fısıltıya dönüşen konuşmalardan, bir cevap için baktığınız herkesin gözlerini kaçırıp, başını çevirmesinden…


Ben de anlamıştım, canımdan can, Canım Babam gitmişti. Bayılmışım…

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM SONU

Sonraki bölümlerde görüşmek üzere, yorumlarınızı paylaşırsanız çok mutlu olurum.

Sevgiyle Kalın

Nilgün TURAN