Sayfalar

21 Nisan 2015 Salı

TOPLUMSAL DUYARLILIĞI "BEĞEN" TUŞUYLA GÖSTERMEK

Bugün bloğum için yazı yazmak planlarım arasında yoktu. Hele az sonra okuyacağınız  türde bir yazı kaleme almayı hiçbir zaman düşünmedim. Ancak, Paulo Coelho’nun, Türkiye’de gerçekleştirilen bir röportajında, Kuran-ı Kerim’den alıntılayarak aktardığı “Onlara öykünü anlat ki bunu düşünsünler, buna kafa yorsunlar. Allah seni ve senin erdemlerini ve görevlerini yarattı”  cümlesi kafamın içinde öylesine gürültüyle yankılanıyor ki, yazmadan huzur bulmam mümkün değil...

Hatırlarsanız bir dönem, “Secret”, “Düşünce Gücü” gibi kitaplar çok modaydı. Şu günlerde bu konuları Kuantum ya da Vahdet-i Vücut gibi birtakım bilimsel ve düşünsel  zeminlere oturtma gayretiyle, basitten karmaşığa doğru araştırmalar devam ediyor. Belki hepsi doğru, bilmiyorum, bu konuda uzman değilim…

Ama yaşadığım çevreyi ve insanlarını gözlemleme konusunda uzman olmaya çalışıyorum. Aslında hepimiz bir şekilde bu konularda uzmanız, öyle olmasa bir toplum içinde yaşamayı başaramazdık. Öyle ya, bebekliğimizden itibaren birtakım toplumsal kuralları ezberliyoruz, sonra ezberlediklerimizi sorgulamıyoruz, nihayet toplumun istediği davranışları sergileyen insanlar oluyoruz. Kimse yanlış anlamasın; topluma baş kaldıralım, hepimiz birer anarşist olalım, hep beraber kaos yaratalım demiyorum. Tam tersine, tüm söylemlerim, yaşam hakkına saygılı, mutlu, huzurlu, sevgi dolu toplumlar yaratılmasıyla ilgili…

Amma velakin, “Düşünce Gücü” konusuna tekrar dönecek olursak; ben, birey olarak, düşünülerek  hayatta bazı şeyleri değiştirmenin mümkün olup olmadığını bilemem. Herkesin boynunun üstünde bir kafası, kafasının içinde bir beyni, beyninin içinde de düşündükleri ve yaşadıklarına verdiği anlamları var. Birbirimizin gözünü, kaşını, kolunu, bacağını hatta artık çok ileri görüntüleme teknikleriyle çiğerini, pankreasını,en minik hücresini bile görüyoruz ama kimse kimsenin düşüncesini göremez. Ancak, beni ve herkesi de ilgilendirmesi gereken konu, bu beyinlerin içindeki düşüncelerin toplumsal hayatımıza ne yaptığı. Yoksa bireysel olarak kimse kimsenin mahremine meraklı değil.  Daha açık söylemek gerekirse, milyonlarca düşüncenin bir araya gelmesiyle meydana çıkan “Toplumsal Bilinç” hepimizin ilgilenmesi gereken asıl mesele. Çünkü, eğer toplumsal bilincimiz böylesine bir bilinçsizlikle gelişmeye devam ederse, bırakınız torunları falan çocuklarımıza bile yaşanacak bir çevre bırakacağımızdan şüpheliyim.

Artık hepimizin akıllı telefonları var, evlerde bir kaç bilgisayar, yani teknoloji ile yatıp, teknoloji ile kalkıyoruz. Veeee, artık herşeyden haberimiz var. Artık, hiç duymadım, valla haberim yoktu, öyle mi olmuş falan desek de kimsenin inanmayacağı bir dünyada yaşıyoruz. Yaşıyoruz yaşamasına da, duyduklarımıza, gördüklerimize karşı o kadar duyarsızız ki, bu teknolojiyi bize sunmak için uğraşan adamların zamanlarına ve emeklerine yazık… Tek yaptığımız en vahşi haberlerde bile akıllı telefonlarımızın “beğen” tuşuna basmak… Ben bunu anlamıyorum, anlayamıyorum…

Bir kanun çıkıyor, ülkenin zeytinlikleri imara açılacak diye, yıllardır sofralarımızdaki zeytinlere alın terini katmış, çalışmaktan elleri nasır içindeki annemiz, anneannemiz yaşındaki kadınlarımız direniyor diye yerlerde sürükleniyor, bu görüntüler akıllı telefonlarımıza her saniye akıyor ve biz “beğen” tuşuna bazıyoruz.  Neyi beğendiniz, atılan dayağı mı, annelerimizin gözyaşlarını mı…

Öğreniyoruz ki, nükleer santral yapılacakmış. Nasıl bir çevre felaketine yol açacağını anlatan sayfa sayfa yazılar önümüzde akıyor ve biz yine “beğen” tuşuna basıyoruz. Neyi beğendiniz, kesilen ağaçları mı, durun diyen bir avuç insana yapılan zulmümü…

Yeşilin her renginin olduğu, eşsiz cennet, Karadeniz’in ormanları santral kurulacak diye yok ediliyor, fotoğraflar önümüzde akıp duruyor. Hayatı boyunca, Toprak Ana’ya dört elle sarılmış, O öldüğünde her şeyin öleceğini bilen cahil köylülerimiz direniyor, dayak yiyor ve biz yine “beğen” tuşuna basıyoruz. Neyi beğendiniz, binlerce yılda yetişmiş ağaçların yok olmasını mı, o ağaçları kendilerine yuva yapmış binlerce canlının telef olmasını mı…

Tüm dünyanın hayran olduğu Göçek sahilleri imara açılacak deniliyor, sayıları azıcık, doğaya tutkuyla bağlı insanların direniş fotoğrafları her yerde. Biz “beğen” tuşuna basıyoruz. Neyi beğendiniz, geleceğinizin satılmasını mı, haklıyken haksız duruma düşürülen o insanların durumunu mu…

On Yedi Milyon nüfuslu İstanbul’un, kuzey ormanları, güney ormanları, hatta sitelerin içindeki gölet alanları bile imara açılıyor. Kuzey Ormanlarının yukarıdan çekilmiş fotoğraflarında, milyonlarca ağacın kesilmesiyle,çorak, zavallı olmuş toprağı gören hiç bir canlının gözyaşlarını tutamaması lazım. Ama biz yine, sadece “beğen” tuşuna basıyoruz. Söyler misiniz neyi beğendiniz; artık nefes alacak yerimizin kalmamasını mı, binlerce hayvanın, börtünün böceğin de ormanlarla birlikte katledilmesini mi, gelecek nesillerin bizden nefretle bahsedecek olmasını mı…

Daha sayfalarca yazabilirim, ama neye yarayacak. Ben yazarken yüreğim öylesine ağırlaştı ki, bütün bu olanlardan zarar gören tüm canlıların neler hissettiğini hayal bile edemiyorum.

Ben anlamıyorum, toplumsal bilincimiz ne zaman bu hale geldi, nasıl bu kadar duyarsız, bencil ve acımasız olduk. Ama konuşmaya kalksak söyleyecek ne çok şeyimiz var değil mi. Şimdi gidin ilk paragrafa bakın ne diyor, teee Brezilya’dan kalkıp gelmiş Paulo Coelho’nun bize hatırlattığı ayet, “Allah seni ve senin erdemlerini ve görevlerini yarattı” Diyor ki seni yarattım ama, erdemlerini ve görevlerini de yarattım. Yani yan gelip yatmak yok diyor, görevlerin var, sana verdiğim erdemlerle bu görevleri yerine getireceksin diyor.

Şimdi kısacık bir an için düşünün; tüm dünyaya, hadi bırakın dünyayı, yaşadığımız çevreye karşı hiç mi sorumluluğumuz yok. Eğer kendimiz için istediğimizi tüm insanlık için istemiyorsak, kendi yaşantımıza gösterdiğimiz özeni başkalarının yaşamına göstermiyorsak, tüm canlıların yaşam hakkına saygı duymuyor ve zamanı geldiğinde bunun için mücadele etmiyorsak, buraya gelirken bize yüklenen görevi yapmıyoruz demektir.

Önerim; eğer toplumsal bilincimizi değiştirmemizi, yüksek bir bilinçle, herkesin hayrına işler yapmamızı sağlamıyorsa, “Düşünce Gücü” diye başlayan kitapları okumayı bir kenara bırakınız. Çünkü mutluluk da, huzur da, başarı da, yani o kitapları okumanıza sebep olan her neyse bunlar ancak mutlu bir toplumla anlam bulacaktır.

Sevgiyle Kalın

Nilgün Turan