
İşte bu çağın başı olan zaman da büyük bir yıkım ve
değişiklikle başladı. Yıkımdan çok önce dünya hiçbir çağda olmayan bir insan
nüfusuna ulaşmıştı. Bütün topraklar insanla doluydu, hiç boşluk yoktu.
Kendilerine büyük şehirler kurmuşlar, büyük ve tepesi göğe yükselen binalar
yapmışlar, büyük ve güçlü makinalarla tüm dünyanın hakimi olmuşlardı. Toprağın
altındaki, toprağın üstündeki, denizin içindeki, gökyüzündeki herşey onların
hizmetindeydi. Bu arada, dünyanın topraklarından ve doğanın kendilerine
sunduğundan hep beraber faydalanmak yerine, farklı milletlere ayrıldılar. Her
millet kendisi için sınırları belli, diğerlerinin giremediği topraklar zapt
etti. Bunu yaparken de birbirleri ile savaştılar ve birbirlerini acımasızca
öldürdüler, çoğu kez de başkasının toprağına göz dikip, ona sahip olmak için
türlü vahşilikler yaptılar.
Sonunda dünya yüzlerce parçaya bölündü, suları bile
aralarında paylaştılar. Bazı milletler zengin, bazıları fakir oldu, bazıları
öldüren, bazıları ise ölen… Aralarındaki kavga hiç bitmedi, hep başkasında
olana göz diktiler ve hep daha fazlasını talep ettiler. Büyük ateşler çıkarak
silahlar yaptılar, bu silahlardan çıkanlar sadece insanları değil doğayı da
öldürdü yavaşca. İnsanların bir kısmı mutluydu, diğerlerine ne olduğuyla
ilgilenmiyordu, çokları ise mutsuz, keder ve nefret içindeydi. Bu öyle tuhaf
bir uçurumdu ki, dibindeki ile tepesindeki birbirinin hem önünde hem de
görünmezindeydi. Önce mevsimler değişmeye başladı, sonra kadim yıllardır dünya
düzeninin bir parçası olan canlıların bir kısmı sessizce yok oldu. Hava hızla
ısınmaya başladı, artık ne yağmur ne de kar yağmıyordu. Doğa ölmeye başladı; topraklar
eskisi gibi yiyecek vermez oldu, sular zehirlendi, hiçbir canlı içemez oldu. Açlık
başladı, karınlarını doyurmak, hayatta kalabilmek için daha da vahşice
saldırdılar birbirlerine, oysa ki her ölüm sonun başlangıcıydı. İnsan nüfusu
hızla azaldı, aç kalan insan türlü kılığa girdi, en çok da kötülüğün kılığına.
Tüm imkanlarını, tüm ateş saçan silahlarını, makinalarını devreye soktular ama
doğada yok ettikleri hiç bir şey geri gelmedi. Sonra cansız zannettikleri doğa
kendini yenilemeye, tekrar doğmaya karar verdi. Önce her şeyi öldürdü; ulu
dağlardan bile daha büyük buzlar eridi, hızla diğer sularla birleşti ve
insanların binlerce yıldır uğraşa didine inşa ettikleri kocaman şehirleri bu
büyük suların altında kaldı. Sonra toprak hareket etti, batmayanları da içine
alıp kapattı. Geriye çok az insan kaldı; sadece yüksek dağların tepesinde
hırstan uzak hayat sürenler ve az sayıda, kalması gerekenler...
Bütün dünya
değişti; artık eskiden toprakların olduğu yerler neredeyse, hep büyük sularla
dolmuştu, geriye kalanlar hayretle, artık buralara okyanus demeye başladı. İnsanlık
kendine yurt edinecek yeni topraklar aradı. Aradıklarını bulduklarında
gözlerine inanamadılar; eskiden üzerinde ulu dağlar kadar buzlar olan yerler
artık verimli birer ovaydı. Herşey tekrar başladı. Yine geçmiş ve yapılan
hatalar unutuldu. Her çağ insanlık kendini yoldan çıkaran, kibrini ve hırsını
besleyen bir efendi bulmuştu kendine. Bu kez de bir efendi bulmakta gecikmedi; Albız… İçlerindeki kötülüğü açığa çıkaran, yaptıkları vahşiliklerin mazereti
olan bir efendiydi o ama asla vazgeçemedikleri ve şikayet ettikçe daha da dört
elle sarıldıkları… Albız, yöneticilerin eline gücü verdi; onlar insanlarına,
sonu gelmez bir kibirle acımasızca zulmederken de tüm insanlıktan “Hakikat
Bilgisini” aldı. Bu, dünya’dan geriye kalan İlk Dünya için sonun başlangıcıydı. Artık ne doğa ne de kadim güçler dünyaya yeni bir şans vermeyecekti. Olacak
olanı durdurmanın tek yolu, Albız’dan “Hakikat Bilgisini” alıp, insanlığa geri
vermekti. İnsanlığın ve İlk Dünya’nın kurtuluşu buna bağlıydı ve zaman gittikçe
daralıyordu.
Sevgiyle Kalın
Nilgün Turan
Sevgiyle Kalın
Nilgün Turan