
“Motivasyon”
kelimesini duymayan hatta kullanmayan yoktur sanırım. Nedir motivasyon? En
basit anlatımıyla; kişinin belki de hiç aklında olmayan şeyleri yapmasını
sağlayan güçtür. Psikolojide, Sosyolojide falan tumturaklı tanımları var ama biz
basitçe günlük hayata baktığımızdan, hiç oralara girmiyorum. Hani çocuğumuz
ders çalışmak istemez de, “sana şunu alacağım, seni şuraya götüreceğim…”
gibilerden tavizlerle onu ders masasının başına oturturuz ya, işte bu tavizler
aslen “motivasyon ”dur. Bir başka
anlatımla günlük hayatımızda motivasyon; neyi, neden yaptığımız sorusuna
verdiğimiz cevaptır.
O halde sormak
durumundayım; neden çocuklarımıza karşı böylesine özverili, sabırlı, hoşgörülüyüz…
Ödenemeyecek kadar çok hakkımız geçen çocuklarımıza böyle davranmak için
ihtiyacımız olan “motivasyonu” u nasıl sağlıyoruz? Yorulmayan ebeveynler
olabilmek için bizi harekete geçiren güç nedir?
Cevap;
Çocuklarımız…
Bizi böylesi
hakkı ödenemeyen anne-baba yapan, hakkını asla ödeyemeyeceğimiz
çocuklarımızdır.
Onların hayatına
doğdukları andan itibaren tanıklık ederiz;
İlk adımını
attığında, evereste tırmanmış gibi gurur duyarız onunla. Gözlerimiz ışıl ışıl,
seygiyle sarılır ve “başardın aşkım” deriz.
İlk kez çişini
lazımlığa yaptığında, minik bedeninden çıkanı hiç iğrenmeden, dünyanın en olağanüstü
şeyi gibi inceler, yine gözlerimiz ışıl ışıl sevgiyle ona sarılır, “işte oldu
aşkım” deriz.
İlk anne dediğinde,
baba dediğinde ya da anlamını bilmediğimiz saçma sesler çıkardığında,
ellerimizi çırpar, “konuştu” diye bağırır, yine sevgiyle sarılır “benim aşkım
konuşmaya mı başlamış” deriz.
Gece hastalanıp
uyumadığında, ateşi biraz çıktığında, uyku akan gözlerimizi korkuyla açar ve
hiç şikayet etmeden, daha günlerce uykusuz kalmaya razı, “aşkım sana bir şey
olmasın” diye ona sevgiyle sarılırız.
Sadece ilkokul
diplamasını aldığında, dünyanın en saygın üniversitesini bitirmiş gibi gurur
duyar, sevgiyle ona sarılır ve “aferin benim aşkıma” deriz.
Büyümek için
savaşır, bedeni ve duyguları hızla değişirken, aramızda çatışmalar olduğunda,
büyük korkular yaşar, üstünden çıkan kıyafetini sevgiyle koklar, “neler oluyor
aşkım, niye böyle davranıyorsun, ben senin için ne yapabilirim” deriz, içimiz
parça parça.
Hata yaptığında,
önce ona bir zarar gelmiş mi diye bakar, sonra sonsuz bir hoşgörüyle onu
göğsümüze yaslar, sevgiyle mırıldanırız “herşey düzelecek aşkım”.
Ağladığında
gözyaşı gözyaşımıza karışır, o mutsuzsa biz kederden ölürüz. Her duyguyu ondan
daha yoğun yaşarız ve hep sevgiyle bakar, korur, kollarız.
Evlendiğinde,
çocuk sahibi olduğunda, güldüğünde, ağladığında, yanlış yaptığında, başarısız
olduğunda, işleri ters gittiğinde, canı candığında, canımızı yaktığında bir
sürü şey hissederiz; üzüntü, korku, mutluluk, şaşkınlık, kızgınlık, endişe… Bu
duyguların her birini başka hiçbir durumda yaşayamayacağımız kadar içimize
işleyerek yaşarız. Ve ne olursa olsun, başı ve sonu olmayan bir sevgi
hissederiz onlara karşı, her koşulda, koşulsuz olarak…
Biz
çocuklarımızdan aldığımızla güçle, “hakkı ödenemeyen büyükler” oluruz. Onlardan
aldığımız en büyük güç “sonsuz sevgi”dir. İşte çocuklarımızın her türlü olumlu
ya da olumsuz durumuna karşı bizi motive eden ve en uygun şekilde davranmamızı
sağlayan onlara karşı hissettiğimiz bu çok özel duygudur; katıksız, koşulsuz,
karşılıksız…
Biz hayatımızın
en güzel anlarını da en korku dolu anlarını da çocuklarımızla yaşarız.
Bence, bize
böylesi yoğun duygular yaşattıkları için, asıl biz, çocuklarımızın hakkını asla
ödeyemeyiz.
Sevgiyle Kalın
Nilgün TURAN