Sayfalar

23 Haziran 2015 Salı

ÇOCUKLARIMIZIN HAKKINI ÖDEYEMEYİZ…

Sakin olun! Ne siz yazının başlığını yanlış okudunuz, ne de ben başlığı yanlış yazdım. Sadece hep duyduğumuz, öğrendiğimiz ve ezberlediğimizden farklı bir söz ettim, hepsi bu… Oysa, “annenin hakkı ödenmez” değil mi? Ve tabii babanın da… Haklısınız…

“Motivasyon” kelimesini duymayan hatta kullanmayan yoktur sanırım. Nedir motivasyon? En basit anlatımıyla; kişinin belki de hiç aklında olmayan şeyleri yapmasını sağlayan güçtür. Psikolojide, Sosyolojide falan tumturaklı tanımları var ama biz basitçe günlük hayata baktığımızdan, hiç oralara girmiyorum. Hani çocuğumuz ders çalışmak istemez de, “sana şunu alacağım, seni şuraya götüreceğim…” gibilerden tavizlerle onu ders masasının başına oturturuz ya, işte bu tavizler aslen “motivasyon ”dur.  Bir başka anlatımla günlük hayatımızda motivasyon; neyi, neden yaptığımız sorusuna verdiğimiz cevaptır.

O halde sormak durumundayım; neden çocuklarımıza karşı böylesine özverili, sabırlı, hoşgörülüyüz… Ödenemeyecek kadar çok hakkımız geçen çocuklarımıza böyle davranmak için ihtiyacımız olan “motivasyonu” u nasıl sağlıyoruz? Yorulmayan ebeveynler olabilmek için bizi harekete geçiren güç nedir?

Cevap; Çocuklarımız…

Bizi böylesi hakkı ödenemeyen anne-baba yapan, hakkını asla ödeyemeyeceğimiz çocuklarımızdır.

Onların hayatına doğdukları andan itibaren tanıklık ederiz;

İlk adımını attığında, evereste tırmanmış gibi gurur duyarız onunla. Gözlerimiz ışıl ışıl, seygiyle sarılır ve “başardın aşkım” deriz.

İlk kez çişini lazımlığa yaptığında, minik bedeninden çıkanı hiç iğrenmeden, dünyanın en olağanüstü şeyi gibi inceler, yine gözlerimiz ışıl ışıl sevgiyle ona sarılır, “işte oldu aşkım” deriz.

İlk anne dediğinde, baba dediğinde ya da anlamını bilmediğimiz saçma sesler çıkardığında, ellerimizi çırpar, “konuştu” diye bağırır, yine sevgiyle sarılır “benim aşkım konuşmaya mı başlamış” deriz.

Gece hastalanıp uyumadığında, ateşi biraz çıktığında, uyku akan gözlerimizi korkuyla açar ve hiç şikayet etmeden, daha günlerce uykusuz kalmaya razı, “aşkım sana bir şey olmasın” diye ona sevgiyle sarılırız.

Sadece ilkokul diplamasını aldığında, dünyanın en saygın üniversitesini bitirmiş gibi gurur duyar, sevgiyle ona sarılır ve “aferin benim aşkıma” deriz.

Büyümek için savaşır, bedeni ve duyguları hızla değişirken, aramızda çatışmalar olduğunda, büyük korkular yaşar, üstünden çıkan kıyafetini sevgiyle koklar, “neler oluyor aşkım, niye böyle davranıyorsun, ben senin için ne yapabilirim” deriz, içimiz parça parça.

Hata yaptığında, önce ona bir zarar gelmiş mi diye bakar, sonra sonsuz bir hoşgörüyle onu göğsümüze yaslar, sevgiyle mırıldanırız “herşey düzelecek aşkım”.

Ağladığında gözyaşı gözyaşımıza karışır, o mutsuzsa biz kederden ölürüz. Her duyguyu ondan daha yoğun yaşarız ve hep sevgiyle bakar, korur, kollarız.

Evlendiğinde, çocuk sahibi olduğunda, güldüğünde, ağladığında, yanlış yaptığında, başarısız olduğunda, işleri ters gittiğinde, canı candığında, canımızı yaktığında bir sürü şey hissederiz; üzüntü, korku, mutluluk, şaşkınlık, kızgınlık, endişe… Bu duyguların her birini başka hiçbir durumda yaşayamayacağımız kadar içimize işleyerek yaşarız. Ve ne olursa olsun, başı ve sonu olmayan bir sevgi hissederiz onlara karşı, her koşulda, koşulsuz olarak…

Biz çocuklarımızdan aldığımızla güçle, “hakkı ödenemeyen büyükler” oluruz. Onlardan aldığımız en büyük güç “sonsuz sevgi”dir. İşte çocuklarımızın her türlü olumlu ya da olumsuz durumuna karşı bizi motive eden ve en uygun şekilde davranmamızı sağlayan onlara karşı hissettiğimiz bu çok özel duygudur; katıksız, koşulsuz, karşılıksız…

Biz hayatımızın en güzel anlarını da en korku dolu anlarını da çocuklarımızla yaşarız.

Bence, bize böylesi yoğun duygular yaşattıkları için, asıl biz, çocuklarımızın hakkını asla ödeyemeyiz. 

Sevgiyle Kalın

Nilgün TURAN