
Siyah beyaz
dışında hiç renk olmayan bir dünya hayal edin… Çimenler yerde simsiyah
uzanıyor, ağaçların dalları, yaprakları hep koyu… Hiçbir göz mavi, yeşil ya da
turkuaz bakmıyor; tüm bakışlarda kömür karası var. Kimse sarışın, kızıl ya da
kumral değil; yüzü çevreleyen uzun ya da kısa tüm saçlar, ya gece gibi
ışıldayarak ya da gümüş gibi parlayarak dökülüyor. Tepede asılı duran gökyüzü, dünyayı
hep soğuk bir beyazlıkla kuşatıyor. Ne bulutlar tutuşuyor, ne güneş ufukta
ateşler saçarak doğuyor.
Hiç müzik yok; etrafta
bazen içinizi kıpırdatan, bazen de sizi sebepsiz hüzünlere savuran tek bir nota
bile duyulmuyor.
Hiçbir kokuyu
bilmiyorsunuz; yağmurdan hemen sonra yerden yükselip ruhunuzu sarhoş eden o kekremsi,
iç gıdıklayan, sizi dünyalar arasında dolaştıran toprak kokusunu hiç
duymamışsınız. Kıpkırmızı açan bir gülü burnunuza dayayıp, asla formüle
edilemeyen o muhteşem esansı hiç içinize çekmemişsiniz.
Bir insana
dokunmanız yasak; bir çocuğun yumuşacık yanağını okşadığınızda, sevdiğinize
sarıldığınızda içinizi ısıtan, kalbinizi hoplatan o yumuşaklığı hiç
bilmiyorsunuz.
Hiç dans etmemiş,
hiç mutluluktan ya da acıdan ağlamamış, hiçbir insanı öpmemiş ve hiç kimseye
“Seni Seviyorum” dememişsiniz.
Ama böyle
olmasının bir sebebi var;
İnsanlık sonu gelmeyen
savaşlar, katliamlar, soykırımlar, adaletsizlikler neticesinde neslini devam
ettirmek için bir karara varmış. Dünyayı kötülüğe bulayan her şeyin sorumlusu
olarak duygular görülmüş ve insanlardan duyguları alınmış. Sadece nefret, öfke
gibi zararlı olanlar değil, sevgi, aşk gibi hayat verenler de… Çünkü bütün
duyguların bir zincir olduğu düşünülmüş; bir tanesinin varlığı ya da yokluğunun,
bir diğerinin ortaya çıkmasını sağladığına inanılmış.
Ve duygular
karşılığında size adaletli, sonuna kadar eşitliğin olduğu bir dünya sunulduğunu
hayal edin. Geleceğiniz için endişelenmenize gerek yok; yaşlılar meclisi sizi
taa bebekliğinizden itibaren dikkatle gözlemleyerek size en uygun olan mesleği
seçiyor. Ay sonunu nasıl getiririm diye düşünmenizi gerektiren bir durum asla
olmuyor. Yemek yapmak zorunda değilsiniz; sizin için en gerekli besinler yemek
vakti mutfaktaki bölmeden içeri atılıveriyor. İyi giyiniyor, teknoloji harikası
evlerde yaşıyorsunuz. Evinize hiç fatura gelmiyor, iyi araçlara biniyor,
konforlu iş yerlerinde çalışıyorsunuz. Hayatınızda şikâyet edebileceğiniz
hiçbir şey yok, anlamını bilmesenizde çok mutlusunuz. Kesinlikle acı çekmiyor,
hatta bunun ne anlama geldiğini dahi bilmiyorsunuz. Yaşamları kâbusa çeviren,
ömürleri erkenden bitiren hiçbir hastalık yok, hiçbir insan engelli değil.
Harika bir
alışveriş değil mi? Alt tarafı birkaç saçma duygu karşılığında, cenneti satın
almak…
Gerçekten öyle
mi? Sizi bilmem ama ben öyle olmadığını düşünüyorum.
Ben yaşları kaç
olursa olsun, hiçbir “Yaşlılar Meclisi”nin adıma kararlar almasını istemem. Ben
hayatın tatlısıyla olduğu kadar acısıyla da insanı büyüttüğüne, yücelttiğine
inanıyorum. Evet, her zaman dünyada ya da yaşamımızda olanlar mutluluk verici
değil, sık sık öfkeyle ya da kederle doluyoruz. Ama ben yine de aileme,
dostlarıma duyduğum sevginin zenginliğini, her gün bıkmadan beni ışığa boğan
güneşin mutluluğunu, yeni doğan bir bebeğin kokusunu, hayatımı saran renklerin
çoşkusunu, acının getirdiği umudun gücünü hiçbir şeye değişmem…
Ya siz?
Sevgiyle Kalın
Nilgün TURAN