Sayfalar

18 Eylül 2015 Cuma

DÜŞÜNCELER

Şu an içim kıpır kıpır… Uzun zamandır baktığı her yerde felaket, karanlık gören birinin, bir sabah ansızın güneşin aydınlığıyla karşılaşmasının sonsuz hazzını yaşıyorum. Bana böyle hissettiren ise yaklaşık 2000 yıl önce hüküm sürmüş bir imparatorun, Marcus Aurelius’un sarsıcı sözleri… Bıraktığı olağanüstü esere geçmeden önce 16. Roma İmparatoru olan bu eşsiz şahsiyeti çok kısa size tanıtmak istiyorum.

Marcus Aurelius dönemin Roma İmparatoriçesi Vibia Sabina’nın yeğeni olarak dünyaya gelir; Vibia babasının halasıdır. Babasının genç yaşta gelen ölümünün ardından dedesi tarafından evlat edinilir; varlıklı hamisi ve mevcut akrabalığı sayesinde saray çevresine yakın bir yaşamı olur. İlk gençliğinden itibaren felsefeye büyük ilgi duyar; Stoacılığın kurucusu Zenon’un fikirlerinden etkilenir. Antik Yunan’ın filozoflarını büyük bir açlıkla okur; davranışlarıyla imparator Hadrian’ın ilgisini çeker ve onun tarafından “En Dürüst” olarak adlandırılır.  Henüz 17 yaşındayken hiç beklemediği bir şey olur ve Hadrian tarafından halef ilan edilir; 40 yaşına geldiğinde imparator olacaktır. Bu vâât çalışmalarında hiçbir değişiklik yapmaz; aynı ciddiyet ve çalışkanlıkla öğrenmeye devam eder, iyi bir eğitim alır. Sonuçta da planlandığı gibi 40 yaşında imparator ilân edilir ve 58 yaşında ölene kadar tahta kalır. Bugün Roma İmparatorlarının çoğunun adı bile hatırlanmazken, O iki sebepten dolayı daima hatırlanacaktır; İlk olarak, Marcus Aurelius tarihte örneğine pek az rastlanan bir filozof imparatordur ve ikinci olarak da, insanlığa türkçeye “Düşünceler” ismiyle çevrilmiş müthiş bir eser bırakmıştır.

Marcus Aurelius’un adı geçtiğinde insan ister istemez Platon’un ünlü sözünü hatırlıyor; “Hükümdarlar filozof, filozoflar hükümdar olsaydı, kentlerin yüzü ışırdı.” Gerçekten de O, yönetimi boyunca birçok reforma imza atan, bilgeliğiyle çevresindeki herkese örnek olan bir imparator olmuş. Böyle olunca da Platon’un fikirlerinin hakkını bir kez daha teslim etmek gerekiyor.

“Düşünceler” eserine gelince, yazılışındaki amaç düşünüldüğünde dünyada eşi benzeri olmayan bir fikrin ürünüdür. 12 bölümden oluşan ve Marcus Aurelius yaşadığı müddetçe ulaşılması yasak olan bu eser; onun kendi kendisine verdiği öğütlerden ve uyarılardan oluşuyor. Her bir satırda bir insan ve bir imparator olarak, Marcus Aurelius’un kendi iç dünyasına bakışını, ideâl insan olma yolunda kendine koyduğu sınırları, evreni, çevresini, dünyayı algılaşını, eşsiz bilgeliğini, her çağa uygun olan fikirlerini okuyorsunuz.

Sıra geldi beni derin düşüncelere sevk eden kitaptan birkaç bölümü sizinle paylaşmaya; onun “İdeâl İnsan” olabilmek için kendine verdiği öğütlerin, hepimizin ufkunu açmasını diliyorum.

III. Kitap;
Hippokrates birçok hastalığı iyileştirdikten sonra, kendisi de hastalanıp öldü. Kalde’li yıldızbilimciler birçok kişinin ölümüyle ilgili kehanette bulundular, sonra onlar da yazgıdan kaçamadılar. Büyük İskender, Pompeius ve Gaius Caesar birçok kenti yerle bir ettiler, on binlerce atlı ve yayayı savaş alanında kılıçtan geçirdiler, ama gün geldi, onlar da bırakıp gittiler yaşamı. Herakleitos, dünyanın nasıl ateş tarafından yokedileceği üstüne öylesine uzun uzun tartıştıktan sonra, vücudu su topladı, bedenine inek pisliği sıvanmış olarak öldü. Demokritos’u pireler öldürdü, Sokrates’i ise bambaşka bir pire türü. Bütün bunların anlamı nedir? Gemiye bindin, yolculuğu tamamladın, limana vardın: kıyıya çık. Başka bir yaşama doğru gidiyorsan, öte dünyada bile tanrılar eksik değil; öte yandan artık hiçbir şey duymayacağına göre acıları ve hazları duymayacaksın ve ondan üstün olduğu ölçüde ona hizmet edenden çok daha aşağı olan bedenin kabuğuna hizmet etmeyeceksin: çünkü biri zihin ve koruyucu ruhtur, ötekiyse toprak ve çürümüşlük.

Öyleyse, rast gele ve boş şeylerin, özellikle de merak ve kötülüğün düşüncelerinin arasına girmesine izin vermemelisin; sana ansızın “Şu anda ne düşünüyorsun?” diye soracak olurlarsa, hiç duraksamadan, açıkça “Şunu, şunu” diye yanıtlayabileceğin şeyleri düşünmelisin yalnızca.

IX. Kitap;
Bu dünyadan yalanı, ikiyüzlülüğü, uçarılığı, kendini beğenmişliği hiç tatmadan ayrılmak kuşkusuz en bilgece şey olurdu; en azından, son soluğunu bunlardan tiksinmiş olarak vermek, şanssız bir deniz yolculuğundan sonra manevra yapmak gibidir. Yoksa kötülüklerine bağlı kalmayı mı yeğliyorsun, deneyimin seni bu beladan kaçmaya râzı etmedi mi hâlâ? Çünkü zihnin bozulması, bizi kuşatan havanın bozulmasından, kirlenmesinden daha ciddi bir vebadır; o veba salt hayvanları etkiler, bu ise insanlığımızı ortadan kaldırır.

XII. Kitap;
Seni oluşturan üç öğe vardır; beden, soluk ve zihin. İlk ikisi onlara özen gösterdiğin ölçüde senindir; yalnızca üçüncüsü tam anlamıyla senindir. Bu nedenle, başkalarının yaptıkları ya da söyledikleri her şeyi; kendin yaptığın ya da söylediğin her şeyi; gelecekle ilgili seni tedirgin eden her şeyi; seni saran bedeninin ve onunla birleşmiş yaşam soluğunun bir parçası olan, isteminden bağımsız olarak sana bağlanan her şeyi ve çevrende bir burgaç gibi dönüp duran her şeyi kendinden, yâni zihninden uzaklaştırabilirsen, böylece yazgının zincirlerinden kurtulmuş olan zihinsel gücün katıksız ve bağımsız bir yaşam sürebilir; doğru olanı yaparak, her ne olursa olsun olup bitenleri kabul ederek ve doğruyu söyleyerek… 

Sevgiyle Kalın,

Nilgün TURAN