
Marcus Aurelius dönemin Roma İmparatoriçesi
Vibia Sabina’nın yeğeni olarak dünyaya gelir; Vibia babasının halasıdır. Babasının
genç yaşta gelen ölümünün ardından dedesi tarafından evlat edinilir; varlıklı
hamisi ve mevcut akrabalığı sayesinde saray çevresine yakın bir yaşamı olur.
İlk gençliğinden itibaren felsefeye büyük ilgi duyar; Stoacılığın kurucusu
Zenon’un fikirlerinden etkilenir. Antik Yunan’ın filozoflarını büyük bir
açlıkla okur; davranışlarıyla imparator Hadrian’ın ilgisini çeker ve onun
tarafından “En Dürüst” olarak adlandırılır. Henüz 17 yaşındayken hiç beklemediği bir şey
olur ve Hadrian tarafından halef ilan edilir; 40 yaşına geldiğinde imparator
olacaktır. Bu vâât çalışmalarında hiçbir değişiklik yapmaz; aynı ciddiyet ve
çalışkanlıkla öğrenmeye devam eder, iyi bir eğitim alır. Sonuçta da planlandığı
gibi 40 yaşında imparator ilân edilir ve 58 yaşında ölene kadar tahta kalır.
Bugün Roma İmparatorlarının çoğunun adı bile hatırlanmazken, O iki sebepten
dolayı daima hatırlanacaktır; İlk olarak, Marcus Aurelius tarihte örneğine pek
az rastlanan bir filozof imparatordur ve ikinci olarak da, insanlığa türkçeye
“Düşünceler” ismiyle çevrilmiş müthiş bir eser bırakmıştır.
Marcus Aurelius’un adı geçtiğinde insan ister
istemez Platon’un ünlü sözünü hatırlıyor; “Hükümdarlar filozof, filozoflar
hükümdar olsaydı, kentlerin yüzü ışırdı.” Gerçekten de O, yönetimi boyunca
birçok reforma imza atan, bilgeliğiyle çevresindeki herkese örnek olan bir
imparator olmuş. Böyle olunca da Platon’un fikirlerinin hakkını bir kez daha
teslim etmek gerekiyor.
“Düşünceler” eserine gelince, yazılışındaki
amaç düşünüldüğünde dünyada eşi benzeri olmayan bir fikrin ürünüdür. 12 bölümden
oluşan ve Marcus Aurelius yaşadığı müddetçe ulaşılması yasak olan bu eser; onun
kendi kendisine verdiği öğütlerden ve uyarılardan oluşuyor. Her bir satırda bir
insan ve bir imparator olarak, Marcus Aurelius’un kendi iç dünyasına bakışını,
ideâl insan olma yolunda kendine koyduğu sınırları, evreni, çevresini, dünyayı
algılaşını, eşsiz bilgeliğini, her çağa uygun olan fikirlerini okuyorsunuz.
Sıra geldi beni derin düşüncelere sevk eden
kitaptan birkaç bölümü sizinle paylaşmaya; onun “İdeâl İnsan” olabilmek için
kendine verdiği öğütlerin, hepimizin ufkunu açmasını diliyorum.
III. Kitap;
Hippokrates birçok hastalığı iyileştirdikten
sonra, kendisi de hastalanıp öldü. Kalde’li yıldızbilimciler birçok kişinin
ölümüyle ilgili kehanette bulundular, sonra onlar da yazgıdan kaçamadılar.
Büyük İskender, Pompeius ve Gaius Caesar birçok kenti yerle bir ettiler, on
binlerce atlı ve yayayı savaş alanında kılıçtan geçirdiler, ama gün geldi,
onlar da bırakıp gittiler yaşamı. Herakleitos, dünyanın nasıl ateş tarafından
yokedileceği üstüne öylesine uzun uzun tartıştıktan sonra, vücudu su topladı,
bedenine inek pisliği sıvanmış olarak öldü. Demokritos’u pireler öldürdü,
Sokrates’i ise bambaşka bir pire türü. Bütün bunların anlamı nedir? Gemiye
bindin, yolculuğu tamamladın, limana vardın: kıyıya çık. Başka bir yaşama doğru
gidiyorsan, öte dünyada bile tanrılar eksik değil; öte yandan artık hiçbir şey
duymayacağına göre acıları ve hazları duymayacaksın ve ondan üstün olduğu
ölçüde ona hizmet edenden çok daha aşağı olan bedenin kabuğuna hizmet
etmeyeceksin: çünkü biri zihin ve koruyucu ruhtur, ötekiyse toprak ve
çürümüşlük.
Öyleyse, rast gele ve boş şeylerin, özellikle
de merak ve kötülüğün düşüncelerinin arasına girmesine izin vermemelisin; sana
ansızın “Şu anda ne düşünüyorsun?” diye soracak olurlarsa, hiç duraksamadan,
açıkça “Şunu, şunu” diye yanıtlayabileceğin şeyleri düşünmelisin yalnızca.
IX. Kitap;
Bu dünyadan yalanı, ikiyüzlülüğü, uçarılığı,
kendini beğenmişliği hiç tatmadan ayrılmak kuşkusuz en bilgece şey olurdu; en
azından, son soluğunu bunlardan tiksinmiş olarak vermek, şanssız bir deniz
yolculuğundan sonra manevra yapmak gibidir. Yoksa kötülüklerine bağlı kalmayı
mı yeğliyorsun, deneyimin seni bu beladan kaçmaya râzı etmedi mi hâlâ? Çünkü
zihnin bozulması, bizi kuşatan havanın bozulmasından, kirlenmesinden daha ciddi
bir vebadır; o veba salt hayvanları etkiler, bu ise insanlığımızı ortadan
kaldırır.
XII. Kitap;
Seni oluşturan üç öğe vardır; beden, soluk ve
zihin. İlk ikisi onlara özen gösterdiğin ölçüde senindir; yalnızca üçüncüsü tam
anlamıyla senindir. Bu nedenle, başkalarının yaptıkları ya da söyledikleri her şeyi;
kendin yaptığın ya da söylediğin her şeyi; gelecekle ilgili seni tedirgin eden
her şeyi; seni saran bedeninin ve onunla birleşmiş yaşam soluğunun bir parçası
olan, isteminden bağımsız olarak sana bağlanan her şeyi ve çevrende bir burgaç
gibi dönüp duran her şeyi kendinden, yâni zihninden uzaklaştırabilirsen, böylece
yazgının zincirlerinden kurtulmuş olan zihinsel gücün katıksız ve bağımsız bir
yaşam sürebilir; doğru olanı yaparak, her ne olursa olsun olup bitenleri kabul
ederek ve doğruyu söyleyerek…
Sevgiyle Kalın,
Nilgün TURAN