Kolumdaki saati kontrol ettim, daha vakit vardı; düşüncelerim bir kez daha dün geceki meclise gitti. Oraya çağrılacağımı bildiğim halde, kâtip gelip de, “Hadi seni bekliyorlar” dediğinde, yine de telaşlanmıştım; oysa her 30 Aralık gecesi, dünyaya gidecek “Yeniyıl” huzura çağrılır ve eskilerle konuşur. Orada ne konuşulduğunu, dahası neye hazırlanmam gerektiği öğrenebilmek için, öncesinde epeyce uğraşmış, sayısız kapı çalmıştım. Ama muğlak gülüşler, imâlı sözler dışında hiçbir şey öğrenememiş, hatta bir keresinde, 0’ın yardımcısını sıkıştırırken azar bile işitmiştim.
İşte dün gece, nihâyet bütün sorularıma cevap alacağım o an geldiğinde, telaşla karışık bir tedirginlikle çıkmıştım odamın kapısından… Benden sonraki “Yeniyıl”lar, sağlı sollu sıralanmış, cesaret vermek istercesine içtenlikle gülümsüyor, endişelenmememi, her şeyin çok güzel olacağını fısıldıyorlardı; hepsi de arkadaşımdı. Gerçi artık eskisi gibi birlikte vakit geçirmemiz mümkün olamayacaktı ama yine de onlar sonsuza kadar benim için çok özel olacaklardı. Tam köşeyi dönerken, en yakın dostum 2050 yolumu kesti, bana sıkıca sarılırken elime bir şey tutuşturdu, sonra da; “Bu barış tozu” diye fısıldadı, “İçeri girer girmez Mavi Gezegen’e bu tozu üfle, üfle ki, bütün insanlar yüreklerini dostluğa ve barışa açsın”. Verdiğini avucumun içine gizlerken gözlerine bakıp minnetle gülümsedim. Ondan cesaret alan diğerleri de bir anda çevremi sarıp beni ortalarına aldılar; halkanın dışında kalan kâtip, sevgi dolu gözlerle bizi izliyordu.
2017, o dâvûdî sesiyle, “Bana güzel bir dünya bırak” diye çağıldadı. Onu diğerleri takip etti; hep bir ağızdan, “Bana da, bana da…” diye bağırıyorlardı. Gözyaşları arasında vedalaştık. Büyük salona girmeden önce durup geriye baktım; sallanan ellerine gülücüklerle cevap verdim.
Kapıdan girdiğimde az önceki tedirginliğim de, telaşım da hafiflemişti; kafam önümde salonun ortasına doğru ilerledim; bana ayrılan yere geldiğimde durup başımı kaldırdım. Yarım ay şeklinde sıralanmış yılların tam ortasında 0 vardı. Sağında kendisinden önceki, solunda ise, sonraki yıllar oturuyordu ve salon hayallerimin çok ötesinde devasa bir büyüklükteydi; kendimi küçücük hissettim.
0, en uzak köşelerden bile rahatça duyulabilecek gür sesiyle; “Hoşgeldin 2016” dedi.
Kulaklarıma yabancı gelen bir sesle, “Hoşbuldum” diye mırıldandım. Ürkek halim diğerlerini eğlendirmiş olmalı, salonda bir uğultu yükseldi. Uğultu sürüp giderken, aniden zemin güçlü bir gong sesiyle sarsıldı; bir anda bütün sesler kesildi.
0, neredeyse şefkat yüklü bir sesle, “Yaklaş” dedi. Yavaşca ilerledim, tam önüne geldiğimde durdum, bakışlarımı suratına diktim. Gülümsedi, “Bakma sen bu boşboğazlara, onlar da bir vakitler aynı senin gibiydi; ürkek, telaşlı, endişeli ve heyecanlı… Ben de öyleydim… Bu yüzden kendi durumuna bakıp da kederlenme. Seni buraya neden çağırdığımızı merak ediyorsundur herhalde”.
Kafamı salladım; aslında gevezeyimdir ama şimdi nedense bildiğim bütün kelimeleri unutmuş gibiydim.
Yüzündeki şefkatlı ifadeyi hiç değiştirmeden devam etti; “Yarın Mavi Gezegen’e, dünyaya gideceksin. Zaten oranın nasıl bir yer olduğunu, yani dağlarını, ormanlarını, nehirlerini, mevsimlerini, okyanuslarını yıllarca derslerde öğrendin. Bugünse, daha önce hiç bahsetmediğimiz şeylerden, canlılardan, en çok da insanlardan bahsedeceğiz sana…”
Sol taraftan acı dolu bir ses yükseldi; “İnsanların neyinden bahsedeceğiz, nasıl acımasız olduklarını mı anlatacağız?” Kafamı sesin geldiği tarafa çevirdim, konuşan 1945’di.
0, çocuğunu teselli etmeye çalışan bir baba gibi; “Biliyorum 1945, hâlâ o atom bombalarının yok ettiği insanlar için üzülüyorsun ama artık bu çok eskide kaldı. Böyle konuşursan 2016 çok korkacak, lütfen sen de daha fazla bunu düşünüp de kendini harap etme” dedi.
Sonra bana döndü; “Sen böyle söylediğine bakma 1945’in; çok kötü şeylere tanıklık etti. Ama artık dünyada böyle şeyler olmuyor”.
Şok olmuştum, daha duyduklarımı sindiremeden; “Sadece 1945 mi?” diye sordu birisi, döndüm; 2003 yaşlı gözlerle bakıyordu. Hıçkırıklar arasında, “Ben de binlerce insanın öldüğünü gördüm; çocukların parçalandığını, organlarının çalındığını… Bugün bile anlayamadığım bir sebeple bir ülke yerle bir edildi, belki benden sonra düzelmiştir diye her gelene sordum; 2004, 2005, 2006, 2007 ve diğerlerine… Ama her gelen, her şeyin daha da kötüye gittiğini, hatta artık bütün Ortadoğu’nun ateş altında olduğunu söyleyip durdu. Bu durumda insanın insana yaptığı zulmü mü anlatacağız 2016’ya?”
Yüreğimin sıkıştığını, başımın döndüğünü hissettim; tam yığılıp kalacakkek 0 omzuma dokundu; “Korkma” dedi, “Söylenenler doğru; evet insanlar bazı yerlerde acımasızca birbirini öldürüyor, çocukların cesetleri sahillere vuruyor, kadınlar tıpkı bir mal gibi pazarlarda satılıyor; para, zenginlik, güç uğruna bazı insanlar olmadık kötülükler yapıyorlar. Ama inan bana…”
“Ben gitmek istemiyorum” diye bağırarak sözünü kestim. Hızla döndüm, oradan hemen kaçmak dışında bir şey düşünemez olmuştum, kendimi bildim bileli hayalini kurduğum Mavi Gezegen’e gitmek için de içimde hiç istek kalmamıştı. 0’ın elinden kurtulup kapıya doğru koşmaya başladım. Yolu yarılamışken; “Ama bütün bunları değiştirmek senin elinde” diyen bir ses duydum. Olduğum yerde kaldım; beni aniden durduran, duyduğum vaat dolu sözler miydi, yoksa büyüleyici güzellikteki ses miydi, bilemiyorum. Yavaşca arkamı döndüm; daha önce dikkat etmediğim birisiydi konuşan; kalabalığın en arkasındaydı, yüzünü seçemiyordum, hatta orada olduğundan bile emin değildim; sadece çok güçlü bir duyguyla orada olduğunu biliyordum.
Aynı büyüleyici ton, “0 sana bir şey verecek” dedi, “Vereceği şeyin adı; Sevgi Tohumu… 365 gün boyunca her sabah güneş doğarken, ondan bir miktar Mavi Gezegen’in havasına, suyuna, toprağına karıştıracaksın. Ektiğin tohumlar, yediklerinde, içtiklerinde, soluduklarında insanlara geçecek; belki her şey bir anda düzelmeyecek, yani yine ölüm, savaş, acı çeken çocuklar göreceksin ama bunu tersine çevirmek için de kocaman bir adım atacaksın. O tohumlar filizlenecek, ağaç olacak ve gün gelecek insanlar, baktıkları her yerde yaradılışın mucizelerini görmeye başlayacak; işte o zaman, değil birbirlerine zarar vermek, bir karıncayı dahi incitemeyecekler. Çünkü tüm bilinçleri sevgiyle dolacak ve “Sevgi” tüm kötülükleri yenebilecek tek silahtır. Senden bunu yapmanı, insanlığa “Sevgi Tohumu”nu götürmeni istiyorum.”
Gözlerimin dolduğunu hissettim; böylesi bir göreve lâyık görülmek benim için gerçekten de onur vericiydi. Yavaşca 0’a doğru ilerledim; 2050’nin verdiği toz hâla avucumun içindeydi, boş olan elimi uzattım; salonda çıt çıkmıyordu. Bakışlarımı kalabalığın arkasına çevirdim, kimseyi göremedim ama o güçlü duygu, orada olduğunu bilme hissi hâlâ içimdeydi.
0 gülümsedi ve açık avucumun içine bir kese bıraktı, yaşlı gözlerle bana sarılırken, “Yolun açık olsun 2016” diye mırıldandı. Kapıdan çıkacakken dönüp baktım, bütün salon ayaktaydı; 1945, 2003 ve diğerleri sevgi dolu gözlerle beni izliyordu.
Birdenbire kulaklarım güçlü bir patlama sesiyle dolunca düşüncelerim bölündü; kafamı çevirip baktım; Mavi Gezegen havai fişeklerle aydınlanıyordu. Sıram gelmişti, davet ediliyordum; avuçlarımın içindekilere baktım, 2050’nin verdiği tozu hazırladım. Tam içeri giriyorken kapıda 2015 ile karşılaştım; kaçar gibi bir hali vardı, tek kelime etmeden yanımdan geçip gitti.
Kendi kendime gülümsedim, toprağa adım atar atmaz “Barış Tozu’nu havaya savurdum. Kahkahalar atan çoşku dolu insanlara baktım; “Hoşgeldin 2016” diye bağırıyorlardı.
“Hoşbuldum güzel Mavi Gezegen; geldim, hem de elim kolum dolu geldim. Size, sizi getirdim; Barış’ı ve Sevgi’yi… Biliyorum hemen her şey düzelmeyecek ama çok uzak olmayan bir zamanda tekrar yaradılışın farkına varacaksınız… Ben umut doluyum, lütfen siz de umudunuzu asla kaybetmeyin. Çocukların ölmediği, herkesin insan olarak değer gördüğü, kahkahalarla çınlayan bir dünyaya inanın… İnanın ve kendinizi, burada olma sebebinizi bulmak için çabalamaktan bir an bile vazgeçmeyin”.
Sevgiyle Kalın
Nilgün TURAN