Ama çoğumuz, bir mucize olduğunun farkına varamadan yaşıyor,
hissediyor ve davranıyor. İnsan yalnız doğar ve yalnız ölür; etraftaki kalabalıklara
bakıp da aldanmayın, aslında tüm hayatı boyunca da yalnız yaşar. Elbette aile
ve dostlar daima vardır ama hiç kimse, bir başkasının zihnine girip de, tam
olarak onun, “Kim” ya da “Ne” olduğunu anlayamaz. Her zaman kendimize
sakladığımız bazı düşüncelerimiz ve duygularımız vardır; anlatmadığımız
hayallerimiz, paylaşmadığımız hüzünlerimiz… Yani içimizde bir yerlerde, sadece
kendimizin bildiği bir “Ben” yaşar. İşte bu nedenle de, asla kalabalıklara tam
anlamıyla karışamayız, en yakın olduğumuza bile hep biraz uzak oluruz; çünkü
“Ben”, başkalarına açılamayacak kadar özeldir ve bizimdir; uzun lafın kısası,
şu gök kubbe altında gerçek anlamda sahip olduğumuz tek şey, sadece ve sadece
KENDİMİZİZ…
DAİMA İLERİYE...
9 Şubat 2016 Salı
30 Aralık 2015 Çarşamba
BEN 2016...
Mavi Gezegen’in yanıbaşında dikilmiş içeri davet edilmeyi beklerken, içim içime sığmıyordu. Tam 365 günü burada geçirecek, hep merak ettiğim güneşi, rengârenk çiçekleri, uçsuz bucaksız denizleri, zirvesi bulutlarla kucaklaşan dağları görecektim. Bunlar ve büyüklerimden dinlediğim sayısız başka güzelliği düşünmek yeterince heyecanlı değilmiş gibi, bir de üstüne dün gece olanlar…
Kolumdaki saati kontrol ettim, daha vakit vardı; düşüncelerim bir kez daha dün geceki meclise gitti. Oraya çağrılacağımı bildiğim halde, kâtip gelip de, “Hadi seni bekliyorlar” dediğinde, yine de telaşlanmıştım; oysa her 30 Aralık gecesi, dünyaya gidecek “Yeniyıl” huzura çağrılır ve eskilerle konuşur. Orada ne konuşulduğunu, dahası neye hazırlanmam gerektiği öğrenebilmek için, öncesinde epeyce uğraşmış, sayısız kapı çalmıştım. Ama muğlak gülüşler, imâlı sözler dışında hiçbir şey öğrenememiş, hatta bir keresinde, 0’ın yardımcısını sıkıştırırken azar bile işitmiştim.
Kolumdaki saati kontrol ettim, daha vakit vardı; düşüncelerim bir kez daha dün geceki meclise gitti. Oraya çağrılacağımı bildiğim halde, kâtip gelip de, “Hadi seni bekliyorlar” dediğinde, yine de telaşlanmıştım; oysa her 30 Aralık gecesi, dünyaya gidecek “Yeniyıl” huzura çağrılır ve eskilerle konuşur. Orada ne konuşulduğunu, dahası neye hazırlanmam gerektiği öğrenebilmek için, öncesinde epeyce uğraşmış, sayısız kapı çalmıştım. Ama muğlak gülüşler, imâlı sözler dışında hiçbir şey öğrenememiş, hatta bir keresinde, 0’ın yardımcısını sıkıştırırken azar bile işitmiştim.
13 Aralık 2015 Pazar
KADIN
Bugünlerde gazetelerde yeralan bir haber ve haberde kullanılan fotoğraflar, sanırım sizlerin de dikkatinizden kaçmamıştır; bir ülkede kadınlar ilk kez seçme ve seçilme hakkına sahip olarak oy kullandılar. Bu girişi yapmamın sebebi; ne, nasıl giyineceklerine ya da pazara gittiklerinde hangi sebzeyi alabileceklerine erkekler karar veriyorken, bu hakkın o kadınlar için ne anlama geldiğini sorgulamak, ne de, 11 yaşındaki kız çocuklarının dedeleri yaşındaki adamlarla gerdeğe sokulduğu ülkemde, kadınların 1930 yılından beri zaten bu hakka sahip olduklarından dem vurarak, sevinç çığlıkları atmak…19 Kasım 2015 Perşembe
BİR ADAM...
Bilgisayarı açtım, başına oturdum; ne yazacağımı bilmiyorum ama ne hakkında yazacağımı biliyorum. Size bir adamdan bahsedeceğim; melekler için çalışan kocaman yürekli bir adamdan... Adı Alper Türedi; yüzüne âşinayız, oyuncu... 2004 yılında, "Evlerden ırak" dediğimiz hastalıktan evlâdını kaybetmiş. Ama meleğini sonsuzluğa uğurlamak, onu ve eşini hayata küstürmemiş; çokları gibi acılarını, yıkılıp kalmak için mâzeret yapmamışlar. Düşüncelerini bilmem mümkün değil ama sanırım "Geride kalan melekler için biz ne yapabiliriz" diye sormuşlar kendilerine... Acıdan umut yeşermiş ve bir grup kurmuşlar; adı "Bir Dileğim Var"...Alper Bey ve eşi hastanelerin Hematoloji ve Onkoloji servislerini ziyaret ediyorlar ve küçük meleklerin dileklerini dinliyorlar. Benim bir cümlede yazıverdiğim şeyin aslında ne demek olduğunu fark ettiniz mi? Siz hiç, meleklerin tedavi edildiği bir onkoloji ünitesinde bulundunuz mu? Bir çocuktan kan alınırken bile bakamam ben; onunla birlikte canım yanar, içim acır, dayanamam. Bu rutin ziyaretlerin aslında ne kadar büyük bir dayanma gücü gerektirdiğini anladınız sanırım.
Sonra meleklerden öğrendikleri bu dilekleri, kurdukları "Bir Dileğim Var" grubunda facebook üzerinden paylaşıyorlar. Grupta yaklaşık 80000 takipçi var ve her şeyle Alper Türedi ilgileniyor; eşinin de en büyük yardımcısı olduğunu söylüyor. Grup para toplamıyor, Alper Bey kendilerine gelen talepleri mutlaka yerinde görüyor; doğru işler yapmak adına büyük bir çaba harcıyorlar. Neler yapmamışlar ki bugüne kadar... Burada hiç birini yazmayacağım, lütfen sayfalarını ziyaret edin ve kendiniz görün. Kimbilir, belki de gördüklerinizden etkilenir ve siz de bu olağanüstü çabanın bir parçası olmak istersiniz.
Yaşamı kutsayan ve yaşadıkları büyük acıya rağmen köşelerinde oturmayıp, yaradılışa sahip çıkan bu iki güzel yürekli insanın; Sayın Alper Türedi ve değerli eşinin önünde saygıyla eğiliyorum.
Sevgiyle Kalın...
Nilgün TURAN
18 Kasım 2015 Çarşamba
HATALI KUL OLMAZ!!!
Hiçbir insan hata yapmaz…
Daima başkaları hatalıdır…
Bunu ben söylemiyorum; bunu tüm gelenekler,
inançlar, mitoloji, en önemlisi de her birimizin iç sesi söylüyor. Hani
attığımız yanlış bir adımdan bahsederken, sözün bir yerinde durur ve “Ama…”
diye devam ederiz ya anlatmaya, işte bu “Ama…”dan sonrası, bizim biricik “Günah
Keçi” lerimizdir. Zaten tüm sistem, aslında ne kadar da “Hatasız Kullar”
olduğumuzu ispatlamak üzerine kurulmuştur.
Ama sisteme geçmeden önce, “Günah Keçisi” lafı
nereden çıkmış ve tüm insanlığın ortak değeri olmuş ona bakalım. Mitolojik
öyküleri bir yana koyarsak, günahları birilerinin üstüne yükleme fikri ilk
olarak Atinalıların aklına gelmiş. Antik Yunan’da düzenlenen Thargelia
Şenlikleri’nde –muhtemelen kölelerin arasından- bir kadın ve bir erkek seçilir
ve kent meydanında dolaştırılırmış; onlar geçerken de toplanan ahâli küçük
sopalarla bu ikiliyi bir güzel döver, hınçlarını aldıktan sonra da şehrin
dışına atarlarmış. Ama zulüm burada bitmezmiş, bu kez de ellerine geçirdikleri
taşlarla onulmaz hale gelene kadar zavallıları taşlar; sonra da büyük bir iç
rahatlığıyla evlerine dönerlermiş. İçlerinin böylesine rahat olmasının sebebi, bir
yıl boyunca, yani bir sonraki şenliklerde iki yeni “Günah Keçisi” bulana kadar,
tüm kötülüklerin onlardan uzak duracağına olan yüksek inançlarıymış.
13 Kasım 2015 Cuma
YAŞAMLA ÖLÜMÜ AYIRAN ÇİZGİ
Bu sayfa, "Her yaşamın bir mucize ve her bireyin biricik" olduğunu kutsamak için kuruldu. Şimdi bir adım daha attım ve bizi, yani insanı anlatan bir kitap yazmaya başladım. Kitap bir miktar ortaya çıktıktan sonra da Wattpat portalından yayınlama kararı aldım. Wattpat uluslararası bir kitap sitesi ve ülkemizde de oldukça fazla takipçisi var. Ben bir Yazar değilim... Ben sadece bir Yazan'ım... Bu günden itibaren yayınladığım bölümleri WattpadSevgiyle Kalın...
Nilgün TURAN
12 Ekim 2015 Pazartesi
DÜŞÜNEN HAYVAN: "İNSAN"
İlkokul dördüncü sınıftaydım. Çok sevdiğim,
güzeller güzeli “Bayan” öğretmenim tayinle gitmiş, yerine karmakarışık saçları
olan “Erkek” bir öğretmen gelmişti. Önce yadırgadım; çünkü biz kızlar, eski
öğretmenimizin saçını, giyimini, dudağına sürdüğü ruju büyük bir hayranlıkla
seyrediyor, büyüyünce onun gibi olmanın hayalini kuruyorduk. Evimize henüz
televizyonun girmediği, sabah 10’da, akşam 9’da radyodaki “Arkası Yarın”ları
heyecanla beklediğimiz yıllardı. “Akıllı” herhangi bir teknoloji harikasına
sahip olmadığımızdan, tek bilgi kaynağımız olan akıllı öğretmenlerimize sonsuz
saygı duyduğumuz günlerdi.
Bir sabah, suratlarımızı kesen ayazda bahçede sıraya
girmiş, içeri alınmayı bekliyorduk ama Behçet Öğretmen her zamanki yerinde
değildi; “Andımız”ı okuyup sınıfa girdiğimizde de ortalarda görünmedi; o gün dersler
gırgır şamatayla geçti. Ertesi gün yanındaki bir veliye, fısıltıyla durumu izâh
eden hademeden öğrendim; “Miting”e gitmişti. Anlamını bilmediğim bu kelime ve günlerce
büyüklerin öğretmenime kınayarak bakmaları zihnimde yer etti; artık o, benim için
özel biriydi. Çocuk aklımla, farklı olanın yanında yer alma hevesimi, yaptığı
her neyse, bunu öğrenme isteğimi bilmiyorum ama o günden sonra Behçet
Öğretmenime gizli bir hayranlık beslemeye başladım. Hatta tahtada matematik
anlattığı bir gün, beni sıramın altına yerleştirdiğim Kemalettin Tuğcu’nun bir
kitabını okurken yakalayıp dışarı attığında da, bu duygumda hiçbir değişiklik
olmadı.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)


